Sabaha karşı uykusundan uyandırılan Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel, Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirildiğini öğrenince, “Keşke Tuzluçayır’da öldürülseydi!” diye mırıldanmış, sonra da bu düşüncesini yakınlarına açıklamıştı. Neden böyle söylemişti? “Çünkü dirisinin ölüsünden çok daha fazla ülkenin başına bela olacağını ve hükümetin dış müdahaleler nedeniyle onu asamayacağını bildiğinden...”
Demirel giyinip Başbakanı kabul etmeye hazırlanırken Öcalan Türkiye’ye getirilmek üzereydi. Uçakta hep aynı sözleri tekrarlıyordu: “Türkiye’ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz hizmet ederim.. Daha üst düzeydekilere bildirirsek, ben hizmeti seve seve ederim. Ben hizmet edeceğim. Çok iyi edeceğim.”
Şimdi dönelim 16 Şubat 1961’e. O gün 12 sendikacı Türkiye İşçi
Partisi’ni kurdu, daha sonra da Mehmet Ali Aybar, Behice Boran,
Fethi Naci gibi isimler de partiye katıldı. İyi niyetle kurulmuştu
TİP. İstedikleri “eşitlik ve
hürriyetti.” Sloganlarıysa “bağımsızlık,
demokrasi ve sosyalizm.” Bu kadar basit. İsteyen oy
verir istemeyen de vermez. Ancak, kuruluşundan beş yıl sonra TİP,
Türkiye’nin başına bela olacak ayrılıkçı tohumları Doğu ve Güney
Doğu Anadolu’ya serpiyordu. Yıl 1967; TİP, Doğu ve Güneydoğu açık
hava toplantıları düzenler. Silvan, Diyarbakır, Siverek, Batman,
Tunceli, Ağrı ve Ankara mitinglerinde “Doğulu kanuni
hakların için çalış, didin.. Jandarma de-
ğil öğretmen, karakol değil okul istiyoruz”... Doğu
sürgünlerin yatağı değil...” söylemleri
alanlarda yankılanır. Ne var ki, bu dönemde yazılan yazılar,
derlenen kitaplar “eşitlik
kardeşlik” kavramını ayrışmaya dönüştürüyordu. Ve bu
mitinglerden sonra Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO)
kuruluyordu! DDKO ayrılıkçıydı; “Türk’le Kürt’ün bir
arada yaşayamayacağını söylüyordu.” Bölgede sağ ve
sol kavramları müphemdi, belirsizdi yani; ister sağ ister sol
olsun, yeter ki bölücü olsun anlayışı yavaş yavaş yayılıyordu
Güneydoğu’ya.