Herşey ulusculukla başladı, ırkçılıkla pekişti, acımasızlığa dönüştü, Türk’le Kürt’ü, etle tırnağı birbirinden ayırdı. Dersim’de dökülen kan ve göz yaşı artık dinsin, yaralar sarılsın dedikçe aklı başında insanlar, PKK gibi Behçet Cantürk’ün Afganistan’dan getirdiği uyuşturucuyu korumak için kurduğu örgüt ve onun yasal zarfa saklanmış HDP’si, Kürtlerin değil bireysel çıkarları adına vahşete öz yönetim kılıfları uydurdular. Ama ne Kürt ne de Türk bunlara uydu. Bu gün bir seçim yapılsa yüzde 6 civarında oy alabilecek HDP artık Rus’dan İran’ın Orta Çağ özlemiyle yanıp tutuşan mollalarından medet umuyor. Gelin ta başa dönelim ve bakalım ulusculuk nasıl başladı bu ülkede?
Çoğu “aydın”, okumak ve araştırmak zahmetine katlanmadığından “ulus bilincinin” ya da “milli şuurun” Atatürk’le başladığını söyler Türkiye’de. Doğru değildir bu. Milliyetçilik, Türkçülük adıyla II. Meşrutiyet’i ayakta tutan en önemli payandadır ve de Ziya Gökalp’in önderliğinde gelişti.
Gökalp, milliyetçiliğin Türklere “yeni bir hayat kazandıracağını müjdelemişti.” Osmanlı İmparatorluğu’nda “bilinçsiz bir yaşam” sürdüren Türklere yeni bir ufuk açtığı söylenir Ziya Gökalp’in. Her türlü hayal dolu ayrıntılarına rağmen, Genç Kalemler’den, Türk Yurdu’ndan, Türk Ocaklarına kadar dalga dalga yayılan milliyetçi fikirler, bu ülkede kendilerini mülk sahibi değil de kiracı gibi hisseden Türklere, bir şeye sahip olma, bir vatan kurma gücünü vermiştir başlangıçta.