“Büyük bir devletle ilişkiye girmek, bir ayı ile yatağa girmeye
benzer” der İsmet İnönü. Asker
diplomatlar kuşağının en seçkin isimlerindendir. Mudanya
Mütarekesi’nden (11 Ekim 1922) Lozan Antlaşması’na (24 Temmuz 1923)
dek girdiği her diplomasi sınavını, başarıyla geçmiştir.
Sabırlıdır, dirençlidir. Diplomaside ilk kızanın, ilk kaybeden
taraf olduğunu bilir. Çok değil, etkili konuşmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti de, Osmanlı Devleti’nden beri, Dışişleri bürokrasisinin
yetkinliğiyle övünmüştür.
İsmet Paşa karşıtlığıyla da bilinen iktidar bloku, diğer konularda
olduğu gibi, bu alanda da devlet geleneğini, kurumsal hafızayı,
başarılı kadroları yok saydığından, hata üstüne hata yapıyor. Öyle
ki, Dışişleri Bakanı, bakanlık dışından atanan büyükelçilerin,
kariyer diplomatlarından daha başarılı olduğunu bile söyledi.
Dahası, “stratejik ortaklık”, “ülkeler
arası dostluk”, “tarihsel
müttefik” gibi sözleri öyle çok kullanıyor ki, bu sözlerin
de içi boşalıyor. Bu da Türkiye’nin ağırlığını, itibarını,
güvenilirliğini, caydırıcılığını, saygınlığını aşağı çekiyor.
Misal; bir zamanlar çok sık stratejik ortağımız olduğu söylenen ABD
ile terör örgütlerine verdiği destekten S-400 füzelerine, Türk
ekonomisine yönelik tutumundan Suriye’de, Irak’ta, İran’da,
Karadeniz’de, Doğu Akdeniz’deki hamlelerine kadar hemen her konuda
gerilim yaşıyoruz. Misal; Suriye konusunda ve doğalgaz tedarikinde
en önemli müttefikimiz olan Rusya, sözde soykırım iddialarını
tanıyor. PKK terör örgütünü, terör örgütü olarak görmüyor.
Moskova’da temsilcilik açmasına izin veriyor. Misal; PYD-YPG terör
örgütü temsilcilerini Paris’te Elysée Sarayı’nda ağırlayıp destek
sözü veren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron,
sözde soykırım iddialarını sahiplenmeyi sürdürüyor. Misal; son
dönemde ilişkilerimizin geliştiği Venezüella da, ilişkileri...