Astana sürecinin üç bileşeni olan Türkiye, Rusya ve İran’ı
buluşturan zirve, önceki gün Çankaya Köşkü’nde yapıldı. Zirvenin
sonuç bildirisinin içeriği, Suriye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü,
egemenliğine yönelik hassasiyet ve ABD’ye verilen mesajlar önemli.
Zira ABD’nin Türkiye’yi Rusya ve İran’dan koparmak, bunun ötesinde
Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirmek için hayli çaba gösterdiği
unutulmamalı. Ayrıca, Ortadoğu’da etnik ve mezhepsel hassasiyetleri
kaşıyan, bunlar üzerinden yeni çatışmalar çıkarmak isteyen ABD’nin
İran’la zaten gergin olan ilişkileri, son haftalarda daha da
geriliyor.
Suudi Arabistan’daki petrol tesislerinin vurulmasından İran’ı
sorumlu tutan ABD, kendi çıkarları ve İsrail’in güvenlik
ihtiyaçları açısından Arap- Fars, Sünni-Şii, Türk-Fars, Türk-Kürt,
Türk-Arap çatışması çıkması için çalışıyor. Türkiye’nin İran ile
arasında bölgesel düzlemde tarihsel, kültürel, toplumsal, siyasal,
jeopolitik, stratejik, ekonomik boyutları olan dengeli rekabeti,
işin içine mezhepsel boyutu da katarak keskin, tehlikeli bir
rekabete dönüştürmek istiyor. İki ülkenin rekabetini, aynı zamanda
Atlantik - Avrasya rekabeti olarak da yorumluyor. Ankara ve
Tahran’ın, Suriye meselesi başta olmak üzere, bölgesel konularda
işbirliği yapmalarını engellemeye gayret ediyor. ABD
İran’da nelerin farkında?
İran’ın nüfusu, yüzölçümü,
coğrafi yapısı, savaş deneyimli ordusu, ulus bilinci, tarihsel
birikimi, bölgesel nüfuzu; bu ülkenin Irak veya Suriye’ye
benzemediğinin en başta gelen kanıtları. Dahası var. Diplomatik
hafızası güçlü, diplomatları yetkin. Nükleer güç sahibi olmak;
siyasi partilerin olmadığı, seçimlerde blokların, cephelerin
yarıştığı ülkede, ideolojiler üstü bir hedef. Köktendinci mollalar
da, solcular da, milliyetçiler de, her iki cihan harbinde de, hem
Rus hem İngiliz işgaline uğrayan ülkelerinin, nükleer silah sahibi
olmasını istiyorlar.
Tahran, dış politikada Şiiliği de, İslamcılığı...