Türkiye, dış politikada hepsi de birbiriyle yakından ilişkili
bir dizi sorunu çözmeye uğraşıyor. Fakat hem dikkat dağınıklığı hem
devlet kapasitesinin sınırı nedeniyle, bu sorunlardan yalnızca
birine odaklanabiliyor. Birini öne çıkarıyor. Aynı anda birden
fazla soruna aynı hassasiyeti gösteremiyor. Örneğin, Suriye sorunu
öne çıkınca Doğu Akdeniz, Ege Denizi, Kıbrıs, Irak’ın kuzeyi,
Karadeniz, Kafkaslar geri plana düşüyor. Oysa tüm bunlar, bir
bütünün parçaları. Hepsi emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı yıkım
programının içindeki konu başlıkları. Emperyalizmin PKK terör
örgütüne ve FETÖ’ye verdiği destek de, sözde soykırım iddiaları ve
patrikhanenin statüsüne ilişkin baskıları da, bu programa
dahil.
Sicilinde, KKTC kurucu cumhurbaşkanı, büyük devlet adamı
Rauf Denktaş’ı devre dışı
bırakmak, ona karşı Mehmet Ali Talat’la işbirliği
yapmak, Annan Planı’nı desteklemek, asla gerçekleşmeyecek Avrupa
Birliği (AB) üyeliği uğruna Kıbrıs’ta kurumsal dış politikadan ödün
vermek gibi yanlışlar bulunan iktidar, Doğu Akdeniz’in enerji
kaynakları öne çıkınca bazı adımlar atmaya başladı. Fakat Türkiye
halen, Akdeniz’in doğusunda Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan
etmediği, Suriye’yle temas kurmadığı, KKTC’nin başka devletlerce
tanınmasına çalışmadığı için, istediği sonuçları alamıyor. Bölgenin
enerji kaynaklarına ilişkin verilen mücadelede yalnız kalıyor.
İktidarın toz kondurmadığı, topraklarında üs kurduğu, yakın
ilişkide olduğu, Tank Palet Fabrikası’nı sattığı Katar bile,
Türkiye karşıtı cephede. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
(GKRY), İsrail ve Mısır’la birlikte. ABD ve AB de onları
destekliyor. Avrupa’nın vaatleri
nelerdi?
AB’nin Türkiye’den taleplerini, Türkiye’ye yaptığı dayatmaları
anımsayalım. AB müktesebatına, AB tarafından yapılan açıklamaların
da girdiğini, bunların hukuki bağlayıcılığı olduğunu söylemedi mi?
Türkiye’nin de...