Türkiye günlerdir dolar kurundaki dalgalanmayı konuşuyor. Bu konuda iktidarın söz ve beklentileri ile uzmanların saptama ve tahminleri arasında uçurum var. Yerel seçim kampanyasında, muhalefeti Türkiye’nin “beka sorunu” olarak göstermeye çalışan iktidar, yumuşak karnı ekonomi olduğundan, konuyu gündeme getirmemeye çalıştı. Oysa öncelikle ve özellikle ekonomi konuşulmalı. Zira güçlü ekonomi ve ekonomik bağımsızlık, milli bütünlüğün ve ulusal bağımsızlığın temel şartları.
Türk ekonomisinin kırılgan olduğu malum. Dış borç stoku 470 milyar dolar. Hane halkı borcu, özel sektör borcu yüksek. “IMF’ye borcumuz kalmadı” diye övünen iktidar, özel bankalara olan borçlardan, tahvillerle gidilen borçlanmadan, kısa vadeli kamu borçlarından bahsetmiyor. Bir zamanlar övündüğümüz, kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olarak anıldığımız tarımda, artık ithalat bağımlısıyız. Tarım alanlarımız daraldı. Suriye’den Vietnam’a, Tayland’dan Bangladeş’e, Madagaskar’dan Sırbistan’a dek 126 ülkeden, buğday, et, pirinç, mercimek dahil 135 çeşit tarım ve gıda ürünü ithal ediyoruz. Tohum pazarının yüzde 70’i yabancıların elinde.
Dahası var. İşsiz sayısı 7 milyon. Her yıl asgari yüzde 5 büyümesi gereken, en az 800 bin gencine istihdam yaratmak zorunda olan Türkiye; sanayi altyapısını, sanayileşme iddiasını yitirdi. Büyüdüğü dönemlerde bile istihdam yaratamaz hale geldi. İthal ikameci politikaları terk etmenin; kamunun öncülüğü, eşgüdümü ve planlamasına dayalı sanayileşme hamlesinden vazgeçmenin; üretime değil tüketime, ihracata değil ithalata dayalı büyüme modelini benimsemenin; IMF ve Dünya Bankası reçetelerine teslim olmanın bedelini ödüyor.
Kalkınmayı unuttuk…
Perakende sektörüyle, inşaatla, alışveriş merkezi ve konut yapımıyla övünen; tasarrufu unutup sadece tüketimi teşvik eden Türkiye’de, son dönemin ze...