Türkiye’nin laik niteliğinin, Cumhuriyetin laik karakterinin
hayli aşınmasının, siyasetten eğitime, kamu yönetiminden silahlı
kuvvetlere dek her alanda dışlanmasının yarattığı ağır sonuçları iç
ve dış siyasette yaşıyoruz. Laiklikten kopuş sadece demokrasiye,
ulusal bütünlüğe, toplumsal barışa, özgür bilime, hukuk devletine
zarar vermekle kalmadı. Akıldan ve bilimden kopuşu da hızlandırdı.
Cehaleti ve bağnazlığı da besledi. Örgütlü ve kurumsal olarak hem
de. Kamuda, sivil – asker bürokraside, personel rejiminde, terfi ve
tayinlerde ehliyet ve liyakatin yerini, etnik, dinsel, mezhepsel
aidiyetler, ortaçağ artığı, feodalizm kalıntısı mensubiyetler,
tarikat kotaları, cemaat kompartımanları aldığı için, bu yönüyle de
FETÖ ve benzeri yapıların önünü açtı. Dış politikada Irak, Suriye,
İran’a yönelik mezhepçi yaklaşımları devreye soktu...
Din – siyaset ilişkisi gibi sorunlu, karmaşık, çok boyutlu bir konu
üzerinde yazılmış – yazılacak çok eser, söylenmiş – söylenecek çok
söz, yapılmış – yapılacak çok tartışma var elbette. Nitekim konu
geçen hafta bir kez daha öne çıktı. Hem de laik kimliği güçlü
ülkelerde. İlkinde Rusya ve Ukrayna arasında, Ukrayna Kilisesi’nin
bağımsızlığı üzerinden dozu daha da artan gerilim var. İstanbul
Fener’deki Ortodoks Patrikhanesi’nin dini olmanın ötesinde siyasi
tavır alarak soruna taraf olması, Ukrayna’yı desteklemesi,
Türkiye’yi de, ister istemez, yakından ilgilendiriyor. Çünkü
patrikhane eksenli ekümeniklik tartışmaları bir yana, onun siyasi
düzlemde taraf olması, Türkiye’yi etkiliyor. ABD ve Avrupa
Birliği’nin Ukrayna ve Fener’deki Ortodoks Patrikhanesi’ni
desteklemesi de, konuyu çok boyutlu kılıyor. İkincisinde ise
Çin’in, İslamı sosyalistleştirmek ve Çinlileştirmek yönündeki
kararı var. Sincan – Uygur Özerk Bölgesi’ndeki (Doğu Türkistan)
tartışmalar da, konuyu boyutlandırıyor. Siyasi tahlil
nasıl yapılır?
Siyaset konuşurken, üretim – mülkiyet – bölü...