Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yürürlüğe girmesinden
itibaren geçen bir yıllık sürede Cumhurbaşkanlığı’nın kararname,
Meclis’in kanun çıkarma performansı arasında görülen fark, bu
sistemi eleştirenlerin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha
gösterdi, hem de sayılarla. Şöyle ki; yeni sistemin yürürlüğe
girmesinden bu yana, Cumhurbaşkanı 37 kararnameyle, 1880 maddelik
düzenleme yapmış. TBMM ise 11 uluslararası anlaşma dahil, 503
maddelik 32 yasa önerisini kabul etmiş. Üstelik kabul edilen yasa
önerilerinin çoğunluğu “torba teklif” olarak TBMM
gündemine gelmiş. Bu tablo, hukuk devleti ölçütlerinin uzağına
düşen ülkemizin, kanun devleti olmaktan da çıktığını, kararname
devletine dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Hukuk devleti-kanun devleti, anayasal devlet-anayasalı devlet
tartışmalarına girmeden, şunu kabul edelim. Hukukun üstünlüğü,
kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi, devletin
her türlü eylem ve işleminin hukuka dayanması ve yargısal denetime
açık olması, Anayasa Mahkemesi, özerk kurumlar, planlama, sosyal
devlet deyince, akla 1961 Anayasası gelir. Tarihimizdeki en
toplumcu, katılımcı, özgürlükçü, demokrat anayasadır. Sonrası
malum. Önce 12 Mart 1971 muhtırası, ardından 12 Eylül 1980
darbesi... Sonuçta Türkiye, hukuk devleti olma yönünde 1961’de
yaptığı atılımın çok gerisine düşmüştür.
“Yetmez ama evet” diyenlerin, numaracı
Cumhuriyetçilerin, her iktidarın şakşakçısı liberallerin,
1980’lerde Turgut Özal’ı, son 17 yıldır mevcut
iktidarı destekleyenlerin, ideolojisiz anayasa isteyenlerin, büyük
sorumluluğu vardır mevcut tabloda. Çünkü bu kadro şu en temel
gerçekleri bilmez: Anayasalar; diğer tanımlarının yanında, devleti
hukukla sınırlandıran temel yasalardır. Devletin ideolojik
temelini, stratejik yönelimini belirleyen; devletin toplumla,
yurttaşla ilişkilerini düzenleyen metinler olarak, doğaları gereği
ideolojiktirler. İdeolojisiz anayasa istemek, yumurtasız omlet
i...