Türkiye, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı, hem
coşkulu hem de gergin bir ruh haliyle kutladı. Coşkuluydu, çünkü
milli egemenlik konusunda güçlü, kararlı bir istek var. Devrimci,
Cumhuriyetçi bir irade mevcut. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile
birlikte TBMM’nin etkisi, işlevi çok azalsa da, dünya üzerinde
meclis kurarak ulusal bağımsızlık savaşı vermiş bir millet olmaktan
kaynaklanan köklü bir gelenek bulunuyor. Eksikleri, aksayan
yönleri, önemli sorunları olsa da, ikinci maddesinde “demokratik,
laik, sosyal hukuk devleti” yazan anayasa halen yürürlükte.
Gergindi, çünkü CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’na, katıldığı bir şehit cenazesinde linç
girişiminde bulunuldu. Bu saldırganlığa zemin yaratan, bu
barbarlığı meşrulaştıran siyasi dil ve üslup maalesef yaygın.
Sadece Cumhuriyet Devrimi’yle, hukuk devletiyle, demokrasiyle,
özgürlüklerle değil, kaybettiği seçimin sonuçlarıyla da barışık
olmayan bir zihniyet egemen.
Öyleyse, hem coşkuyu kalıcılaştırmak hem gerilimi azaltmak için,
ulusal egemenliğe daha fazla, milli iradeye daha yüksek bir
bilinçle sahip çıkmalı. Milli egemenliğin; cumhuriyetle,
yurttaşlıkla, hukuk devletiyle, kadın-erkek eşitliğiyle, laiklikle,
tam bağımsızlıkla, antiemperyalizmle, demokrasiyle, iktidarın
meşruiyetiyle, aklın ve bilimin esas alınmasıyla, sosyal devletle,
kamusal yararı, toplumsal çıkarı, ortak iyiyi gözeten ekonomi
politikalarıyla arasındaki sarsılmaz ilişkiyi vurgulamalı.
Cumhuriyetin; egemenliğin kökünü, kaynağını, tanımını, anlamını,
içeriğini, işlevini, sahibini değiştirdiğini; egemenliği gökten
alıp yere indirdiğini, dini olmaktan çıkarıp dünyevileştirdiğini,
şahıstan alıp millete verdiğini, bir hanedanın tekelinde olmaktan
çıkarıp ulusallaştırdığını, toplumsallaştırdığını hiç unutmamalı.
Dev ve devrimci önderimiz Mustafa Kemal
Atatürk’ün, 1921’de söylediği şu sözü sürekli
anımsatmalı: “Millet bizi buraya gönderdi....