Yerel seçimler sonrasında, İstanbul’da da kazanan aday
mazbatasını aldı. Böylece seçimler nedeniyle oluşan gerilim bir
nebze olsun geride kaldı. Lakin her daim gündemin ilk sırasında yer
alan ekonomi, işsizlik, hayat pahalılığı, açıklanan onca pakete
rağmen, kimseye ümit vermiyor. İktidarın çizdiği pembe tabloya
karşın, Türkiye’nin gerçekleri limon, patlıcan, soğan fiyatlarında,
çarşı-pazar kuyruklarında, hastane koridorlarında, iş
başvurularında görülüyor. Dış kaynak bulmak için ABD ve Avrupa’ya
yapılan gezilerden beklenen sonuç çıkmadı. Türk Lirası, Avro ve
dolar karşısında eriyor. İşsizlik, üretimsizlik, verimsizlik,
eşitsizlik dönemsel değil, yapısal sorunlarımız olduğundan, günü
kurtarmaya yönelik hamleler, sonuç vermiyor.
Cumhuriyetin bütüncül kalkınma seferberliğini, sanayileşme
iddiasını, planlı kalkınma çabasını küçümsemenin sonucu bu.
Milletin dişinden tırnağından artırarak kurduğu, sadece iktisadi
işletme, sanayi tesisi olmayıp, ulusal bağımsızlığın simgesi, milli
gururun kalesi olan kurumların adlarını tarihten silmenin neticesi.
Bu kuruluşları iki yıllık kârı karşılığında, kimi zaman arsa
bedelinin altında fiyata satmanın yansıması. Özelleştirmeyi
demokrasi olarak sunmanın, piyasa ekonomisinin ötesinde, piyasa
toplumu yaratmanın neden olduğu bir bela. Kârlar
özelleştirilir, zararlar
kamulaştırılır
“Paranın dini imanı yoktur” derler. Doğrudur. Ne var ki ülkemizde
ve dünyada yaşananlar; halkın dini değerlerini, kutsallarını
sömürenlerin, siyaset ve menfaat aracı yapanların, din
tacirlerinin, iman bankerlerinin, inanç hortumcularının, maneviyat
simsarlarının, mukaddesat tüccarlarının hep çok kazandıklarını,
zenginleştiklerini gösteriyor. Üstelik bu ticaret; küresel
kapitalizmle de uyumlu. Emperyalizmin ihtiyaçlarına da hizmet
ediyor. Çok da kârlı. Bunu görmek için; kamu ihalelerine, kamunun
sattığıkiraladığı taşınmazlara, belediyelerin yarattığı ranta,
k...