Suriye’de, Rusya ve ABD’nin kendi önceliklerini dayatması ve
Şam’daki rejimin kalıcılığının dünya tarafından kabul edilmesi,
Suriye sorununun ötesinde, Türkiye’nin genel dış politikasını
gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor. Çünkü açmaz Suriye’yle sınırlı
değil. Tutarlı, bütüncül, kapsamlı, gerçekçi, akılcı,
kısa-orta-uzun vadeli stratejisi belli, kurumsal bir Orta Asya,
Ortadoğu, Avrupa, Çin, Balkanlar, Rusya, Türk dünyası, ABD, Latin
Amerika, Afrika, İslam âlemi politikası yok. Günlük gelişmeler,
anlık denge arayışları, iç siyasete yönelik hamasi sözler öne
çıkıyor.
Şunu unutmayalım. Coğrafya, uluslararası ilişkilerde
belirleyicidir. Jeopolitik gerçeklere rağmen dış politika yapılmaz.
Bu unsurun yanına, devletin kapasitesini, ticari ilişkilerini, eğer
varsa enerji bağımlılığını da eklemek gerekir. O nedenle diplomasi;
anlık, tepkisel, duygusal, tek yönlü değil; uzun vadeli, gerçekçi,
akılcı, çok yönlü düşünmeyi gerektirir. Strateji yanlışsa, doğru
taktikler anlamsızdır ve Çin’in ünlü düşünürü Sun
Tzu’nun, “Savaş Sanatı”
kitabındaki şu sözler hep günceldir: “Strateji olmadan taktik,
yenilgi öncesi kuru gürültüdür”. Türkiye, bu ilkeleri gözetmediği
için, Ermenistan açılımı yapınca, Azerbaycan’ı gücendiriyor.
Rusya’yla gerilim yaşadığında, enerji faturası kabarıyor. İsrail
karşıtlığını iç siyasette bolca kullanırken, İsrail’le ticari
ilişkileri gelişiyor. İlk üç sıradaki ticari ortakları Almanya, Çin
ve Rusya’yla ilişkilerinde de, ABD’yle ilişkilerinde de denge
tutturmakta zorlanıyor. ABD onları niçin
kullanıyor?
Suriye’de Türkiye, iki büyük devlet, Rusya
ve ABD arasında bocalıyor. Rusya, inisiyatif sahibi. Sahada ve
masada etkin. Bölgedeki nüfuzu yükseliyor. Cephede İran’la, cephe
gerisinde Çin’le ittifak yapıyor. ABD, gücü aşınsa da büyük devlet.
Takım çantasında “kara gücüm” dediği PKK-PYD-YPG terör örgütünden
özel...