Suriyeli sığınmacılar konusu, bir kez daha ve önceki
tartışmalardan daha sert şekilde gündemde öne çıktı. Gerçi hep
gündemin ön sıralarındaydı. Ama gelinen aşamada siyasette ve
medyada polemikler kızıştı. Bu işin sürdürülemez olduğunu, oy
kaybının temel nedenleri arasında bulunduğunu anlayan iktidar da,
kendince arayışlarını artırdı. Konuyu, “el âlem ne
der” kaygısı yaşamadan tartışmakta;
“ırkçı”, “faşist” yaftalamalarını
sıklıkla kullanmamakta; sığınmacıların sebep değil sonuç olduğunu
unutmamakta yarar var. Sıralayalım...
1) Suriye’nin bu hale gelmesinin en büyük suçlusu, ABD
emperyalizmiyle onun Avrupalı ve Ortadoğulu müttefikleridir. Astana
Süreci’nden itibaren tercih değiştirse de, Türkiye’nin de hatası
çoktur. Suriye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü ve egemenliğinin
garantörü olduğunu, Rusya ve İran’la birlikte kayıt altına alan
Türkiye’nin, sahadaki uygulamaları da bu yönde olmalıdır.
Suriye’nin bütünlüğünü, Suriye’yi bölmeye çalışan ABD’yle değil,
Suriye devletiyle sağlayacağını kavramalıdır. Bu, sığınmacıların
ülkelerine dönmesini sağlayacak ilk ve en büyük adımdır.
2) Sığınmacı, göçmen, mülteci terimleri çoğunlukla yanlış
kullanılmaktadır. Suriyeliler göçmen, mülteci değildir. Geçici
sığınmacı statüsündedirler. Sığınmacı zorunlu olarak; göçmen hür
iradesiyle ülkesinden ayrılan kişidir. Mülteci ise ülkesinden
zorunlu sebeplerle ayrılıp başka ülkeye giden, iltica talebi kabul
edilen, kendisine mülteci statüsü verilen kimsedir.
3) Bu konular konuşulduğunda ülkeler üçe ayrılır: Göç alan ülke,
göç veren ülke, geçiş ülkesi. Türkiye, üç özelliğe de sahiptir.
Bunda coğrafya etkilidir. O nedenle Türkiye’nin yükü ağırdır. Başka
bir ülkeyle kıyaslanamaz. Misal; Yunanistan’la karşılaştırılamaz.
Çünkü Yunanistan’ın kabul ettiği 50 bin Suriyeli sığınmacı için
Atina’ya 600 milyon Avro veren Avrupa Birliği’nin (AB), bu hesapla,
Türkiye’deki 5 milyon Suriyeli sığınmacı için Ankara’ya 60
mil...