Karıncayla ağustos böceği hikayesi tersinden yazılmış gibi. Oflaya puflaya merdivenleri çıkıyorsun. Bir bakıyorsun; zirve, eller üstünde tepeye bırakılmışlarla dolu.
Gezi kararı bir kez daha yüzümüze çarptı. İlçe teşkilatından mahkeme başkanlığına sıçrayanlar… Parti vitrininden büyükelçiliğe atlayanlar… Bir günde vali yapılıp, bir günde üstü çizilenler… Hayvanat Bahçesi’nden TÜBİTAK’a atananlar… Ensar Vakfı’ndan Tarih Kurumu’nun başına gönderilenler…
Dil Derneği, liyakat için, “layık olma, yaraşırlık” demiş. Haliyle, koltuğu dolduran, içini boş bırakmışsa, “liyakatsız” diyoruz.
Bugünlerde tam da bu durumu anlatan bir kitap çıktı. Birazını biliyordum, birazını yeni öğrendim. Gazeteci Candaş Tolga Işık’ın “Liyakat” kitabı, Türkiye’nin son dönemindeki liyakatsizlik rejimini özetlemiş:
“Çok uzak olmayan bir tarihte, resmi heyetle Fransa’nın başkenti Paris’e yapılan bir seyahate gazeteci olarak ben de katılmıştım. Bir Fransız gazeteci, ‘Paris büyükelçinizin Fransızca bilmediğini biliyor musun?’ dediğinde inanmamıştım. Fransızca konusunda aşırı hassasiyeti tüm dünyaca bilinen Fransa’ya Fransızca bilmeyen bir büyükelçi göndermiş olamazdık! Akşamki yemekte öğrendim ve doğrulattım ki, gerçekten göndermiştik! Türkiye’ye döndüğümde büyükelçilerimizin ne kadarının İngilizce dışında atandığı ülkelerdeki ?en azından Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Arapça, Almanca gibi? ana dilleri bildiğini araştırdım. Sonuç yüzde 10 bile değildi!”
“GÖRÜRSÜN KİM OLDUĞUMU”
Elbette tesadüf değil, Türkiye’nin son dönemindeki en büyük liyakatsizlik hikayelerinin kaynağı hukuk. Zira bir savcı-bir hakim ile istediğini içeri atan düzen, o koltukları layık olana bırakmıyor. Candaş Tolga Işık, konuştuğu bir savcıdan aktarmış: