Her şeyi anlatacaksanız hadi gelin konuşalım
Elindekini fırlatıyorsun. Yükseldikçe yavaşlıyor. Tepede kalmak bir an. Düşüp, geldiği yere kavuşuyor. Peki, hareket hangisi?
28 Şubat Pazartesi, iktidardaki gazetelerin “mağduriyet bayramı”ydı. Yıllaaar yıllaaar önceyi anlatıyorlardı. Ekmek bitmişti ama kırıntılarını yiyorlardı.
Aynı gün, 28 Şubat davası üzerine kitabımız çıktı. Önsözüne şunu yazmıştım: “Türkiye’nin her döneminde olduğu gibi, 90’lı yıllarda da kamu görevlileri tarafından mağdur edilen yurttaşlarımız oldu. Bu kitap, yalancı mağdurların maskesini indirirken, her ne sebeple olursa olsun küstürülen yurttaşlarımıza da yaşadıklarının aslını göstermeyi hedefliyor.” (Size Yalan Söylediler, Kırmızı Kedi)
Türban yasağının aslında 28 Şubat 1997 MGK’siyle bir ilgisi yok. Ancak 28 Şubat denilince, niyeyse mesele, türbana eşitleniyor. Sabah gazetesi de 28 Şubat günü bunu yaptı. Konuşan isim, Nuray Canan Songür’dü. Gazete şöyle anlattı: “Sırf başörtülü olduğu için dövüldü ve bebeğini kaybetti.”
Nuray Canan Songür’ün başına gelenlere, fikir ayrılıklarımıza rağmen, ben de üzülüyorum. Ama bütün olanlar için!.. Biliyorum, biraz daha açmam lazım.
ATATÜRK DEĞİL İNGİLİZLER OLSAYDI
Nuray Canan Songür’ü aslında Türkiye yakından tanıyor. Daha çok,
önceki soyadıyla, Nuray Canan Bezirgan olarak biliyor.
İslamcı aktivist Bezirgan, Türkiye’nin hafızasına, 1998 yılındaki türban eylemlerinde, okulun içinden gözaltına alındığı görüntülerle kazınmıştı. İstanbul Üniversitesi Tıbbi Dokümantasyon Bölümü öğrencisi Bezirgan, bir yıl sonra, ikinci gözaltısında hamile olduğunu, bu nedenle çocuğunu düşürdüğünü anlatıyor. Dönemin gazeteleri “öğretimi engellemek” suçundan altı ay hapis cezası aldığını, bu cezanın 1800 lira para cezasına çevrildiğini haber veriyor.