Kullanırız ama pek bilmeyiz. “Şerh” sözünü Arapçadan aldık.
Nişanyan’ın etimoloji sözlüğünde ilk anlamı için “açma, yarıp içini
çıkarma”, ikincisi için “açıklama, yorumlama” yazıyor. İki anlam
aslında birbirine bağlanıyor. Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nden
“kesilen hayvanların iç organlarına bakarak yorum yapma”nın
İslam’dan da eski bir fal geleneği olduğunu öğreniyoruz.
“Şerh”i en çok ağustos ve aralık aylarında duyardık. Sebebi var.
AKP, 2002 yılının kasım ayında iktidara geldi. Bir ay sonra Yüksek
Askeri Şûra’yı (YAŞ) taze başbakan Abdullah Gül
yönetiyordu. Bir ilk oldu. Cemaat mensubu subayların ihracına
dönemin başbakanı Abdullah Gül ve savunma bakanı Vecdi
Gönül itiraz etti. Sonuç, oyçokluğu ile belirleniyordu.
Şûra’da 15 asker ve 2 hükümet üyesi vardı. Eller kalktı. Askerler
kazandı. Gül, karara şerh düştü. Erdoğan, Gül’ün
demokratik hakkını kullandığını belirterek “kurallara uygun” dedi.
O YAŞ’tan 6 yıl sonra Ergenekon kumpasına atılan o “şerh”
için General Tuncer Kılınç, “hükümetin
TSK’ye ilk meydan okuması ve ilk
yumruğudur” diyecekti.
“Şerh”, TSK’nin kurumsal teamülleri ile AKP-FETÖ ittifakının
hedeflerinin karşılaşmasıydı. “Zamanı gelecek” mesajıydı. YAŞ’lar
yıllarca hep “şerh”li geçti.
Şimdi soruyoruz ya...
FETÖ ile mücadelede öne çıkan Cihat Yaycı ya da
Mehmet Otuzbiroğlu neden terfi
edemedi? “Afrin kahramanı” olarak tanıtılan İsmail Metin
Temel ile çalışan Hakan Atınç,
Mustafa Barut ve Erdal
Şener neden emekli edildi? Kumpas davalarınd...