Karşımda ahşap enkaz. Koca mazi bir dakikada yerle bir olmuş. Mahallenin eskisine soruyorum. "Önce çatısı su aldı" diyor.
Bir haftayı aynı tartışmayla geçirdik: "Kaçacak mı yoksa kaçmayacak mı?" Hepimiz biliyoruz, Erdoğan’ın şahsı, birkaç kez "kaçma" sınavını geçti. Gelgelelim, iktidardan beslenenler için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Haliyle asıl meseleyi konuşmuyoruz: Erdoğan’ın yarattığı sınıfın geleceği ne olacak?
Cevabını ararken eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un "Savaş ve Barış" kitabını okuyordum. Kitap, Mustafa Kemal’i, kendi kelimeleriyle aktarıyor. Bunu Atatürk’ün hayatının her safhasını not etmesine borçluyuz. Kitap, gençlik çağından kurtuluşa kadar olan dönemi inceliyor. Acaba bugünün sorularının yanıtları 100 yıl öncesinde olabilir mi?
Meşrutiyetin ilanından evvel. Genç Mustafa Kemal arkadaşlarıyla evde toplanmış. "Ne olacak memleketin hali" diye tartışıyor. Gelgelelim, evdeki bakıcı, annesine ispiyonluyor:
"Arkadaşların ayrılmasından sonra uyumakta olduğunu zannettiğim annem yanıma geldi. Bana dedi ki: Çocuğum bir şey anlamak istiyorum. Sen ve senin arkadaşların yedi evliya kuvvetinde olan padişaha isyan mı ediyorsunuz? (…) Evet anne, dedim. Senin yedi evliya kuvvetinde farz ettiğin adam hiçbir kuvvete sahip değildir. Biz burada toplanan insanlar, memleketi bu zalimlerden kurtarmak istiyoruz."
Acılı ve sancılı. Dediği oldu. Ama şartları o değil tarih hazırladı. Öyleyse soralım, "yedi evliya kudretinde görünen" adamlar, nasıl "bir fiskelik zalim"e dönüştü?
ANADOLU’YA KAÇAN AİLELER
Siyaset, bir sınıfın çıkarını bütün toplumun çıkarı gibi gösterme
uğraşıdır. Vatan, din, reis söylemleri; samimi değilse, bu
yanılsamayı yaratmanın aracı olarak kullanılır. Mesele hangi
sınıftan olduğunuzdur. Savaş, ekonomik buhran ya da siyasi çözülme…
Kriz dönemleri, yanılsamayı düzeltir. Çıkarların farklı olduğunu
görünür kılar.