Devleti yaşatan ve ayakta tutan temel dinamiklerin başında "liyakat sistemi" gelir. Bu sistemin sağlıklı işlemesi, istihdamın kalitesini ve vatandaşların devlete duydukları güveni artırır. Liyakat sisteminin sağlıklı işlemediği bir ülkede; gelişme, ilerleme mümkün olmadığı gibi geriye gidiş başlar… Türkiye gibi liyakat sisteminin bilinçli olarak rafa kaldırılarak yerine; parti, cemaat, tarikat referanslarının getirildiği ülkelerde ise iç karışıklıklar tetiklenir, rejim dolaylı yollardan değişir.
2002 sonrasında tek başına iktidara gelen AKP'nin ilk yıllarında liyakat sistemi kısmen de olsa uygulanıyordu. Her geçen yıl artan otoriterleşme eğilimleri, Batılı ülkelerden "Ezilen dindar kesime hakları yeniden verilmeli" gibi teşviklerle yeni demokratik açılımlar yapıldı. Ancak bu "demokratik" açılımlar herkesin üzerinde birleşmediği hatta objektif olarak değerlendirildiğinde "demokratik" olmayan girişimlerdi.
Bu kapsamda en öldürücü darbelerden biri 2010'da Anayasa Değişikliği Referandumuyla oldu. FETÖ ele başı Fethullah Gülen, özellikle yargının darma duman edileceği bu değişiklik için "Ölülerinizi bile mezardan kaldırıp getirin, 'evet' oyu versinler" propagandası yapıyordu. Bu tezgâhta kendilerini "eski ülkücü, gerçek ülkücü" olarak tanıtan kesimler de aktif rol oynadılar. Böylece Türkiye'de liyakat sisteminin çökertilmesi referandumla tescillendi.