Bir devlet, bir ülke ve en nihayetinde bir millet yıpratılmak isteniyorsa iki temel yol vardır.
Birinci yol; dilin yıpratılması, bozulması ve farklı dillerin ortaya çıkarılması sürecidir. Bu yöntemle, toplum birbirine yabancılaşır, ortak heyecanını kaybeder, kendi içerisinde ayrılmaya, bölünmeye başlar.
İkinci yolda ise; fiziki anlamda bozulma esas alınır. Fiziki bozulmanın başlıca sebebi de yaşam kaynaklarının kurutularak, günlük gıda ihtiyacının karşılanamamasıdır.
Tarihçilerimiz tarafından çok fazla dile getirilmemesine rağmen, Osmanlı'nın çöküş döneminde de benzer bir tabloyla karşılaşırız. İmparatorluğun en verimli toprakları olan Anadolu'da ürün çeşitliliği azalmış, tarımdan elde edilen verim düşmüş, vatandaşların günlük beslenme alışkanlıkları bozulmuştu.
Tarım arazilerini kasıp kavuran çekirge istilası sonucunda, 1913-1914 yılları arasında 88 bin taneli tohum ithal edilmek zorunda kalınmıştı. Gelen tohumlar kalitesiz ve verimsizdi.
Yurt dışından getirilen tohumlar kısa sürede Anadolu insanının sağlığını tepe taklak edecekti. Dönemin yazarlarından Ahmet Haşim, Manisa Milletvekili Refik Şevket Bey'e yazdığı 3 Eylül 1919 tarihli mektubunda Anadolu insanının sağlıksız beslenme durumuna şu satırlarla dikkat çekiyordu: