Yaklaşık iki buçuk yıl önceydi... Bir haber için Kilis'e gitmiştim. Gittiğimde gördüğüm manzara oldukça çarpıcıydı; kendine has mimarisiyle oluşmuş bir kent dokusu, büyük bir kültürel miras ve her yanı saran huzursuzluk... Çünkü her an bomba düşme ihtimali var.
Kente ilk gidenler için bu durum ciddi endişelere yol açsa da, Kilis'te yaşayan vatandaşların büyük bir kısmı duruma alışmaya başlamışlardı. Günlük hayat olduğu gibi devam ediyordu.
Ancak Kilis'in alışamadığı bir durum vardı.
Kent merkezine alınan mültecilerin sayısı her geçen gün artıyordu. Gelenlerin çoğu eğitimsiz ve niteliksiz mültecilerdi. Aynı zamanda da gençtiler. Kentteki tüm ekonomik akış ters-düz olmuştu.
Çünkü Suriyeliler ucuz işgücü olarak görülüyordu. Ağır işler, hamallık gibi konularda Suriyelilere iş veriliyor, sermaye sahipleri mültecilere sigorta da ödemedikleri için kâr ettiklerini sanıyorlardı. Öte yanda ise birçok Türk genci işsiz kalmaya başlamış ve ekonomik zorluklar baş göstermişti.
Türk gençleri artan işsizlik ve düşük maaş tekliflerinden bunalarak farklı illere göç etmeye başladılar. Kimisi zamanla yanına ailesini de aldı. Bu sırada Suriyeliler, Kilis'te yerleşik düzene geçmeye başlıyor ve sadece ağır işlerde ucuz işgücü olarak değil, bizzat işveren haline dönüşüyorlardı.