15 Temmuz gecesi kesinlikle ömrü hayatımın en uzun
gecesiydi...
Savaş uçaklarının sesiyle irkilince, bir şeylerin pek de yolunda
gitmediğinin farkına varmıştık...
O akşam emekli asker olan babamla beraberdim.
"Oğlum bunlar normal şeyler değil..." diyordu.
Ceketimi alıp apar topar evden ayrıldım.
Büroya giderken içimden bir ses sürekli ‘bunun geri dönüşü
olmayabilir’ diyordu.
Uzunca bir süredir darbe söylentileri kulaktan kulağa dolaşıyordu
ama diğer yandan da “2016 yılının dünyasında darbe mi olurmuş”
deniyordu.
Evet darbe oluyordu.
Gerçekten darbe oluyordu.
Başka bir kılığa bürünmüş ‘vatansız yaratıklar’ sahne almıştı.
Çankaya’dan Kızılay’a ve TGRT’ye 10 dakikada ulaştım.
Tam bürodan içeri girdim ki telefonum çaldı.
Patronum A. Mücahid Ören;
-“Ne oluyor” diye sordu?
-Çok iyi hatırlıyorum… “Darbe oluyor” dedim...
-“Hemen stüdyoya gir… Yayına başlayalım” dedi...
-Yine çok iyi hatırlıyorum çok kısa ve net bir cümle daha sarf
etti:
-“Çok sert bir şekilde darbe karşıtı yayın yapacağız”
Kısa bir görüşmeydi... Sonrasında sabaha kadar süren o yayına
başladık.
“Sözde” darbe bildirisini ne yayınladık ne bir satır
bahsettik...
-“Öleceksek bu gece ölelim” sözünün karşılığının ne olacağını çok
iyi biliyordum...
-“Kimse evlere dönmesin”
-“Sokakları, meydanları boş bırakmayalım” sözlerini bilmem kaç kez
tekrarladım hatırlamıyorum.
O sırada terasımıza âdeta tekerlerini değdirircesine geçen
F-16’lar, patlayan bombalar, milletin meclisinden yükselen dumanlar
tabii ki moralleri dip yaptırıyordu.
Geldi gittileri beraber yaşıyorduk.
Gece yarısından sonra daha ciddi bir durumla karşı karşıya
olduğumuzun farkına vardık.
16 Temmuz sabahında bambaşka bir Türkiye’ye uyanabilirdik...
İç savaşa sürüklenen Türkiye’ye.
Sadece ramak, küçük bir çizgi kalmıştı.