İlki, Filistin Davasının ilk lideri Hacı Emin El-Hüseyni tarafından, İngilizlerin Yahudileri Filistin’e yerleştirme politikalarına karşı 1931 yılında gerçekleştirilen ve ilk Kudüs Konsülü olarak tarihe geçen Uluslararası Beyt’-ül-Makdis Konferansı’nın 9.cusu, 11-12 Nisan 2018 tarihlerinde Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın önderliğinde Filistin’in Ramallah şehrinde gerçekleştirildi. 9. Konferansın teması, “Kudüs; Filistin Devleti’nin Ebedi Başkenti, Din’in ve Tarihin Emaneti” idi.
Konferans’a 57 farklı ülkeden 170 katılımcı kayıt yaptırmasına rağmen, katılımcıların Amman üzerinden Tel Aviv’e ulaşmak isteyen 55 kadarı İsrail tarafından kabul edilmedikleri için Amman’da bir otelden video konferans yöntemiyle Konferansı takip edebildiler. Birkaç katılımcının ise, Tel Aviv Havalimanından geri gönderildiklerine ise, Ben Gurion Havalimanında bizzat şahit oldum. Ancak İsrail kaynakları uluslararası medyaya, kimseyi engellemediklerine ilişkin demeçler vermeye devam ediyorlar. Konferansa, aralarında, Hindistan, Avustralya, Amerika, İtalya, Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, İrlanda, Malta, Guney Kıbrıs Cumhuriyeti, Bulgaristan, Arnavutluk, Kenya, Guatemala, Peru, Kırgızistan, Portekiz, Ekvadosr, Ukrayna, Gana, Katar, Mozambik, Almanya, Brezilya, Hollanda, İsveç, İngiltere, Güney Afrika Cumhuriyeti, Fildişi Sahilleri, Ürdün, Gürcistan, Zambiya, Senegal ve elbette Türkiye gibi, dini dili ırkı farklı ülkelerden gerek, bizzat İsrail engelini aşarak salona ulaşabilen, gerekse video konferansla bağlanan çok renkli katılımcıları vardı. Katılımcıların birçoğu ülkelerinin parlamentolarında görev yapan milletvekilleri, yazarlar, akademisyenler, sivil toplum liderleri ve aktivistlerdi. Çok farklı ülkelerden farklı dinlerden gelen katılımcılar aynı zamanda farklı siyasi görüşlerin de temsilcisiydiler. Aralarında eski tüfek komünistler, sosyalistler, insan hakları savunucuları, İslamcılar ve bazı özgürlükçü liberaller vardı. Örneğin Hindistan Parlamentosu Milletvekili Molla Abu Bakr Ahmad, Hindistan Komünist Partisi üyesiydi. Güney Kıbrıs Parlamentosundan katılan AKEL Partisinden bir milletvekili yaptığı konuşmada, “Filistin ve Kudüs nasıl İsrail tarafından işgal edilmişse, Kıbrıs da 40 yıldır Türklerin işgali altındadır.” deyince, derhal söz aldım. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta işgalci olarak tanımlanmasının ve İsrail’in Filistin topraklarındaki işgaline benzetilmesinin skandal olduğunu, konuşmacının derhal sözlerini geri alıp özür dilemesi gerektiğini sert bir dille ifade ettim. Filistinli Müslüman kardeşlerimizin Peygamber Efendimizin Halasının bile Kıbrıs’ta medfun olduğunu, Kıbrıs’ın Hz. Ömer döneminden beri bir İslam Adası olduğunu, ecdadımız Osmanlı’nın Kıbrıs’ı 1571’de fethederek adayı yeniden İslam Adası yaptığını hatırlamaları gerektiğini söyledim. AKEL Partisi milletvekili özür dilemedi ama salonda da kalamadı.
Hiç şüphesiz Konferansın en renkli siması, İrlanda’nın Başkenti Dublin’in Kraliyet Belediye Başkanı Michael Mac Doncha idi. Tel Aviv Havalimanından ismindeki bir harfin farklı olduğu diğer pasaportuyla turist gibi gizlice girerek Konferansa katılan Dublin Belediye Başkanı, bu davranışıyla önce İsrail’in Haretz gazetesine sonra da BBC’de önemli bir haber oldu. Konuşmasında, İngiltere’den bağımsızlık mücadelesi veren İrlanda Halkının Filistin’in haklı mücadelesinde Filistin Halkının yanında olduğunu, bu konuda, hem Dublin Şehir Konseyi hem de Cork Şehir Konseylerinde Filistin Halkına destek kararıyla, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in Başkenti ilan etme kararını kınayan kararlar aldıklarını anlattı. Konferans boyunca fark ettim ki, halklar düzeyinde Dünyanın her tarafında Filistin ve Kudüs davasına yönelik çok ciddi bir destek var. Aktivistler, sivil toplum gönüllüleri, bazı siyasiler Filistin ve Kudüs konusunda farklı farklı alanlarda faaliyet gösteriyorlar. Ancak Dublin Belediye Başkanının konuşmasında ifade ettiği gibi, halklar üzerinde tahakküm eden medya organları, geniş kitlelerin bu faaliyetlerini ve desteklerini görmezden geliyor. Ancak, İrlanda gibi ülkelerde bilinçli olan halk, bu Siyonist algı bombardımanından etkilenmiyor.
Birinci gün akşam Filistin Devlet Başkanlığı Sarayında, Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın katılımıyla Konferansın resmi açılış oturumu yapıldı. Konferans katılımcılarının yanı sıra Filistin vatandaşlarının da yoğun ilgi gösterdiği kalabalık oturumda, Mahmud Abbas ve diğer konuşmacıların en fazla üzerinde durdukları konu ABD’nin Kudus’ü İsrail’i başkent ilan etme kararıydı. Oturumda, Tel Aviv’e, dolayısıyla da Filistin’e girmelerine izin verilmeyen ve Konferans’a videokonferansla Amman’dan bir otelden katılan konuşmacılar adına, Gana Parlamentosu Müslüman Milletvekili Ras Mubarek, yaptığı konuşma çok alkış aldı. Ganalı parlamenter konuşmasında, Dünya Müslümanlarının İsrail ve ABD mallarına karşı boykot çağrıları yaptı ve daha da ileri giderek, İslam Dünyasına Filistin konusunda güçbirliği çağrısı yaparak, Pakistan gibi ülkelerin nükleer silahlarını bile bu amaçla bir tehdit unsuru olarak kullanması gerektiğini söyledi. Afrika’da sanılanın çok üstünde bir Kudüs ve Filistin hassasiyeti olduğunu da sözlerine ekledi.
Konferans’a ülkemizden Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü temsilen konuşmacı olarak ben ve beraberimde bir yöneticimizle iştirak ettik. Ayrıca, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğümüz de Konferans esnasında, “Osmanlı Arşivlerinde Kudüs” temalı bir sergi açtılar. Konferansın son günü kapanış oturumunda da Diyanet İşleri Başkanlığımızı temsilen üst düzey bir yöneticimiz de hazır bulundular. Ancak Konferans boyunca yapılan onlarca konuşmada, Türkiye’den, Sayın Cumhurbaşkanımızın adından, hatta Osmanlı’nın Kudüs ve Filistin’deki varlığından neredeyse hiç söz edilmemesi çok dikkat çekiciydi. Ürdün Eski Başbakanı Tahir el- Masri’nin oturum başkanı olduğu ilk oturumda, özellikle Kudüs Müftüsü Muhammed e- Hüseyni’nin Kudüs’ün tek hamisinin Ürdün olduğuna ilişkin sözleri iki günlük Konferans boyunca pek çok Filistinli ve Arap konuşmacı tarafından tekrarlandı. Ben de söz alarak, Kudüs ve Filistin mücadelesi deyince, öncelikle, 400 yıldan fazla süre bu coğrafyada barışın ve adaletin tek dönemi olan Osmanlı’dan söz edilmeyen, son 15 yılda maddi manevi tüm varlığı ile her platformda Filistin Halkının ve Kudüs’ün yanında yer alan Türkiye’den ve 21. Yüzyılda Kudüs davasının en büyük savunucusu Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsedilmeyen bir Uluslararası bir Kudüs Konferansının anlamsızlığına işaret ettim. Salondan yükselen alkış seslerinden sonra Kudüs Müftüsü, benim uyarılarımı dikkate alan bir konuşma yapmak zorunda kaldı. İkinci oturumdaki konuşmamın ana temasını, Sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde bundan tam onbir ay önce Vakıflar Genel Müdürlüğünce İstanbul’da organize edilen “Uluslararası Kudüs Vakıfları Büyük Buluşması”’nın sonuçları oluşturdu. Sn. Cumhurbaşkanımızın İslam Dünyasına yaptığı Kudüs’e turistik ziyaretlerin artırılmasına yönelik çağrıya ilişkin görüşlerini aktardım. Nitekim bu konu Konferansın sonuç bildirgesine de yansıdı.
Ramallah’taki Konferans’ta ilgimi çeken hususlardan biri de, Filistinli ve Arap konuşmacıların, Kudüs’ün ve hatta Filistin’in İslami kimliğine değil de daha çok İslam ve Hristiyan kimliğine vurgu yapmaları oldu. Mescid-i Aksa kadar, ilk kilise olan ve Hz. İsa’nın yıkandığı gasil taşının ve gömüldüğü mezarın içinde olduğuna inanılan Kıyamet Kilisesi’nin Kudüs için önemine vurgu yapıldı ve onun da Siyonistlerin işgali altında olduğu vurgulandı. Hristiyanların da Kudüs ve Filistin’in asli unsuru olduğu tüm oturumların ortak temasıydı. Çok sayıda Hristiyan din adamı da oturumları takip ettiler hatta konuşmalar yaptılar. Hatta Mahmud Abbas konuşmasında, Nisan ayının ülkesindeki Müslümanlar için Miraç, Hristiyanlar için Paskalya, Samiriler için de Kurban Bayramı olduğunu ifade ederek tüm din mensuplarının günlerini kutladı. Ülkesinde bulunan Samirilerin liderlerini de katılımcılara tanıtarak, onların da Filistin’in dini çoğulculuğunun bir parçası olduğuna vurgu yaptı. Filistin’de toplam 800 kişilik Samiri nüfusu yaşıyor. Bunların 400’ü Nablus kentinde diğer 400’ü ise Batı Şeria’da yaşıyor.