Ekim ayına girmiş olduğumuz şu günlerde, genel röntgenimizde iki nokta ortaya çıkıyor: Bir yandan ülkemizde demokrasinin arta kalan kırıntıları adım adım yok ediliyor, çiğneyip yutuluyor yavaş yavaş… Diğer yandan ise, CHP hızla kendi kongrelerini yaparak kurultaya doğru yol alırken, ortaya çıkan sesler, rüzgârlar ve görüntüler maalesef muhalefet kesiminde yer alan halkımıza umut vermekten uzak. Bu durum, gerçekten üzücü geliyor insanlarımıza. Çünkü ekonomik çarkın altında enflasyona ve “insanlık onuruna aykırı” dar gelirli bir yaşama esir düşmüşken, küçücük bir ümitle gelecek günlere, yıllara bakıp bir güneş ışını dahi göremiyorsanız, kasvet üzerinize çok daha ağır çöker.
Hangisini sayalım ki? Bunları art arda dile getirdikçe tablo giderek ağırlaşıyor, çatırdıyor, makyaj dökülüyor... Osman Kavala’nın kaç zamandır içeride olduğunu artık tam olarak takip edebilmek özel bir dikkat veya Google yardımı gerektiren bir durum haline geldi. Yargıtay 29 Eylül tarihinde Gezi Parkı Davası’nı karara bağladı ve Kavala dışında son seçimlerde milletvekili seçilen Can Atalay’a, Tayfun Kahraman’a, Mine Özerden’e ve Çiğdem Mater’e verilen cezaları onadı. Onlara isnat edilen suçlara baktığımızda da “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu” gibi akıl almaz maddeler okuyoruz. Bütün İstanbul o günlerde Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’ndaydı. Kimse kimseden bir emir almamıştı, bunu fiilen orada olan herkes biliyor… Dolayısıyla birilerinin birilerini tahrik etmeye çalışmış olduğu gibi varsayımlar, Mayıs-Haziran 2013’ünü içinden yaşamış herkese oldukça gerçeküstü, altı boş ve zorlama varsayımlar olarak geliyor olmalı!