Anadolu'nun, Trakya'nın köylerini “Cumhuriyetimizi
verme”diye gezerken, kahvehanelerde karşılaşıp
sarılıyorlar…
Sağ-sol yok…
Sosyal demokrat-ülkücü-liberal-muhafazakar-sosyalist yok…
Kadın-erkek-genç-yaşlı yok…
O parti-bu parti yok…
Ay-yıldızdan başka bayrak yok…
*
Sadece cumhuriyetimizi vermek istemeyenler var…
Tokat'ın bir köyünde kahvehaneye giren sosyal demokrat gençlerle
ülkücülerin kucaklaşmasını anlatıyorlar; köylüleri ağlattılar…
Bir annenin çocukları gibi, boy-pos-yaş-renk-kadın-erkek fark
etmiyor…
Sadece cumhuriyet Türkiye'sinin kokusunu, sıcaklığını, varlığını,
kucağını istiyorlar…
O hepimizi büyüten ninni yeniden başladı:
“Dağ başını duman almış
gümüş dere durmaz akar…”
*
Ben hiç böyle uzlaşı görmedim…
Hiç bu kadar birbirimize sokulmamış, hiç bu kadar birbirimize
sarılmamış, hiç bu kadar birbirimizi anlamamıştık emin ol…
Demek ki bıçak kemiğe dayandığında her bir birey böyle
oluyormuş…
Babam derdi:
“Selden önce damla var…”
*
Bunu gördüğü için zulmün sahibi; her yolu deniyor…
İçinde “Hayır” geçen her şeyi
yasaklayıp, söyleyeni tartaklayıp, bilgisayarından bir cümle yazan
orta okul öğrencisini alıp götürüyorlar…
Piyanoya kızıyorlar…
Kınadan alınıyorlar…
Sanat yuvalarını yakmaya başladılar…
Pompalı tüfekleri olan birlikler cumhuriyet tarihimizde ilk kez
ortaya çıktı…
Otobüste yolculara saldırıp “Osmanlı gelecek, hepinizi
kılıçtan geçirecek” diyen sokak serserisinden,
çıkıp“Sonunuz geldi” diyen milletvekiline
kadar…