Ölseler bile yaşamaya davam ederler bizde…
Geçtiğimiz bir-iki yıl birçok sevdiğimizi alıp götürdü ama, kimi
zaman çıkagelirler bir anda…
*
Bir somurtma nöbetinde, keyifsiz bir aralıkta, bir bakarsınız
çıkagelir Levent Kırca…
O pos bıyıkları, kaymış gözleri, gülümseyen yüzü, onu göz
kapaklarımda görünce gülümserim…
Her gün benim gibi milyonlarca insana gittiğinden, onları bir an
olsun gülümsettiğinden eminim…
*
Neşet Ertaş gelir kimi gecenin bir
vakti…
İkimiz oturup ağlarız “Melo” için:
“Bugün bana bir hal oldu
Yardan kara haber geldi
Bu haber bağrımı deldi
Dediler ki Melom öldü…”
*
Tarık Akan gelir…
Kadıköy Caddebostan Kültür Sarayı'nda söyleşim vardı o gün, salon
dolmuştu, onlarca sanatçı arkadaşım gelmiş, yere serdikleri gazete
kağıtlarına oturmuşlardı, Tarık Akan'ı
göremeyince üzülmüştüm…
Söyleşinin bitimine doğru sahne kapısından girdiğini gördüm,
sırılsıklamdı, pardesüsünden su damlıyordu, saçları yüzüne
yapışmıştı, sarılmıştık “Trafik durdu yağmurdan, inip
koşarak geldim” demişti…
İşte yine çoğu zaman öyle sırılsıklam gelir, sarılırım…
*
Zeki Alasya gelir…
“Metin'i ekti yine” derim…
*
Onlar öldü sanırsınız ama ölmezler…
*
Çünkü…
Sanatçı “biz” olduğu sürece, biz
de “o” oluruz…
Yüreğimize geçip oturur ve bizde yaşar…
*
Sanatçı; çağdışılığı, despotizmi, zulmü,
hukuksuzluğu, kini, nefreti onaylamaz…
Bir ülkenin aydınları korku içinde yaşarken… Bir ülkenin
gazetecileri-yazarları hapishanelere doldurulmuşken… Bir ülkenin
dünya çapındaki sanatçıları ülkelerini bırakıp gitmeyi düşünürken…
Fazıl Say gibi bir gurur tehditler altında direnirken… Bir ülkenin
bütün çocukları birer molla yetiştirilmek istenirken… Bir ülkenin
üzerine kara bulutlar çökmüşten…
Gidip muktedirin
elinden “ödül” almaz Şener
Şen…