“Aksaray'da evimiz kasabanın biraz dışındaydı… Yatılı lisenin
ilk sınıfındaydım, sömestir tatili için eve gelmiştim… En sevdiğim
şey köpeğimiz Refo ile karda oynamaktı……
Refo; bembeyaz kırma bir çoban köpeğiydi……
O gece babamla annem arkadaşlarının düğünü için yakındaki kasabaya
gittiler… Hiç kimseye kapıyı açmamam için sıkı sıkı tembih
etmişlerdi… Gecenin bir saatinde çevreden kurt sesleri gelmeye
başladı… Kurtların aç kaldıklarında kasabaya indiklerini hep
anlatırlardı……
Refo bağırıp sağa-sola koşarak onları uzak tutmak istiyordu……
Ama kurt sesleri giderek yaklaştı, Refo gerileyerek kapıya kadar
dayanmıştı… Sırtını kapıya dayadığını hissediyordum… Bir ara biz
oynarken çıkarttığı sese benzer ince sesler çıkarttı… Bir şekilde
beni yanına istiyordu, belki de kapıyı açıp içeri almamı
bekliyordu……
Sonra yine o gür sesi ile bağırmaya başlamıştı……
Ona kapıyı açmak istedim ama
korkmuştum……
Zaman zaman bedenini kapıya
vurdu……
Kurtların ulumaları dışında hırıltılarını da duymaya başlamıştım…
Bir ara kapının önünde bir kıyamet koptu, Refo'nun kavgacı sesi acı
çığlıklarına döndü, hırlamalar, boğulma sesi
birbirine karıştı……
Sonra uzun bir sessizlik……
Sabahleyin babamlar geldiğinde, Refo'nun beyaz tüyleri kalmıştı
sadece sağda-solda……
Ben ise; şimdi milli eğitim müfettişiyim, ona kapıyı açmamanın,
içeriye almamanın utancı içinde, yıllarca gizli gizli ağladım……
Babama “Ama her taraf açıktı, niye
kaçmadı?” dediğimde babam yanıtlamıştı:
“Çünkü içeride sen vardın…”