“BİR sincap gördüğünüzde ceviz ağacında, o sizin
sincabınızdır, size emanet…
O köşe başındaki meşe ağacı sizin…
Karşı yamaçtaki çamların, servilerin, çınarların, çimenlerin
sizden başka kimsesi yoktur, onları siz koruyacaksınız, onlar
sizin…
O kumru sizin…
O serçeler sizin…
Nehir sizin nehrinizdir, göl sizin gölünüz…
Dağ sizin…
★
Ama siz her zaman onları yalnız bıraktınız.
Eli baltalı adamlar ormana yanaştığında, dozerler-kepçeler
yeşil alandaki sincabın ağacını söküp attığında, yunusları
tüfeklerle öldürdüklerinde, fabrikalar yağlı sularını nehre-göle
akıttıklarında, denizi çöplük olarak kullandıklarında öyle
baktınız.
Sanki onlar başkasınınmış gibi…
Onların varlığı size huzur-mutluluk verdi de, yok edilişlerinde
arkanızı döndünüz…
Bir ağaç kesildiğinde nefesinizin bir kısmının kesildiğini, bir
kuş öldüğünde mutluluğunuzun çalındığını, denize-ırmağa
kıyıldığında bir parçanızın alındığını, yunusları öldürdüklerinde,
denizlerdeki dostunuzu vurduklarını anlamadınız.
Oysa onlar sizindi…
Doğanın tükenişindeki en büyük nedendir işte bu:
Vefasızlığınız…
★
Vakit çok geç değil…
Henüz zaman var.
Bir ağaç kesildiğinde, bir koruluğa dozerler girdiğinde, pis
boruları denize-ırmağa bağladıklarında, o kuşu vurup o sincabı
kovduklarında, komşunuzun kapısını çalıp “Hadi
gidiyoruz” demelisiniz:
“Yardıma gidiyoruz… Onlar bizim…”
Sahip çıkmalısınız onlara; örgütlenerek, bir araya
gelerek, el ele vererek, sevgilerinizi birleştirerek,
merhametlerinizi çatarak…
Sizden başka kimsesi yoktur onların…
Onlar size muhtaç…
O ağaç sizin…”
(1 Aralık 2008)
★