Her gün en az iki kez geçerim önünden…
Ne zaman kaçıp saklanmak duygusu
yaşasam, ODTÜ gelir aklıma…
Orasının beni koruyacağını düşünürüm…
Çevresindeki ormanda, bir çamın altında, köpek yavrusu gibi yeri
eşeleyip sessizce otururum derim…
*
Oysa tıfıl muhabirliğimin ilk senesiydi, o gün
“gazetecilik payesi“ olarak ilk
dayağı ODTÜ kapısında yemiştim,
bedenimde izi durur…
İnsan dayak yediği yere niye sığınır?..
Çünkü bu kedi psikolojisidir, beni kovalayanlar oraya giremeyecek
de ondan…
*
Dünyanın en iyileri arasına giren
üniversitemizdir ODTÜ…
Şu bilgisayarı tıklatıyorsanız,
1993’de ODTÜ ile başlar
ilk “tık” lama…
Uzaydaki uydudan, askeri araçlardaki yerli yazılımlara… Gördüğünüz
her barajdan, ovalardaki sulamalara… Güneş enerjisinden, imamların
kullandıkları kriptolu telefonlara kadar… Her
yerde ODTÜ’nün önderliği vardır…
Ama ben orada “Domatesleri sulama sistemini
buldular” diye sığınmayacağım…
Orası özlediğimiz Türkiye olduğu için giderim gidersem…
*
Özgürdür ODTÜ…
Bademler bir türlü giremiyorlar tabii…
Kapısından girsen; ışıklı dünyalarına, yüksek çözünürlüklü
beyinlerine, özgür yüreklerine giremezsin…
*
İşte bu nedenle yobazın hedefi ODTÜ…
Uzaya, bilimle değil de “okuyup
üfleyerek“ gitmek isteyen bir grup -yeterince cami ve
mescit varken- yeni mescit yaptırmak istedi, üniversite yönetimi
uygun görmeyince bahane hazırdı…