ABD ve Avrupa ile Asya güçleri arasındaki küresel mücadele
kızıştıkça Türkiye'nin uluslararası alanda hem bağımsız hareket
etme imkânı hem de mukayeseli üstünlüğünü etkin şekilde devreye
sokma şansı daha çok artıyor.
Bu anlamda iki asırdır ülkemizin hiç olmadığı kadar milli
stratejilerini hayata geçirme kabiliyetine kavuştuğu bir süreçten
geçiyoruz.
Türkiye'nin bölgesini aşan bir aktöre dönüştüğü bu çok kutuplu yeni
dönemde elimizi güçlendiren en önemli faktörün 15 Temmuz destanı
olduğunu unutmamak lazım.
Şu an yeni dünyanın geçirdiği yapısal dönüşümü en iyi özetleyen
tablo, 8-9 Haziran'da Kanada'da yapılan G7 Zirvesi'ndeki Batılı
liderlerin ağlak suratları ile 9-10 Haziran'da Çin'de toplanan
Şanghay Zirvesi'ndeki Asyalı liderlerin gülümseyen yüzleriydi.
Rusya'nın Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarına verdiği destekten sonra ABD de bugünlerde Menbiç'te uzlaşıya varıp Kandil harekâtına boyun eğerek Türkiye ile ilişkilerini onarmanın gayreti içinde.
Benzer bir çabayı Almanya'da da görüyoruz.
ABD ile ticaret savaşına tutuşan Berlin, Türkiye'ye yönelik FETÖ ve PKK politikasını değiştirmeye hazırlanıyor.
15 Temmuz darbe girişiminde FETÖ'cülerin rolünü inkâr edip onlara kucak açan Alman hükümeti şimdi o kirli darbe ve işgal teşebbüsünün ardındaki en önemli isimlerden olan Adil Öksüz'ü Türkiye'ye iade etmenin sinyallerini veriyor.
Nereden nereye!... *** Fakat Türkiye bu noktaya kolay gelmedi.
15 Temmuz destanıyla Atlantik kuşatmasını yaran Türkiye, ilk olarak Doğu'ya yönelerek müttefik yelpazesini Rusya, İran ve Çin ile güçlendirdi.
Ardından 'yeni coğrafyası' ilan ettiği 'Kuzey Suriye' ile 'Kuzey Irak'ta ABD'nin terör koridorlarını işlevsiz kılacak askeri operasyonların startını verdi. Bunu yaparken de iki stratejik rasyonaliteye özen gösterdi.
İlki, gücünü koruyarak topyekûn savaşlarla etnik ve mezhep temelli uzun süreli çatışmalara sürüklenmekten kaçındı. Şu ana dek bunu başarıyla da sürdürüyor.
İkincisi de Almanya, Fransa ve İngiltere örneklerinde olduğu gibi Avrupa ile ilişkilerini geliştirme azminden ödün vermedi.
Bunu da meşruiyet (hukuk) ile güç (strateji) arasındaki hassas dengeyi koruyarak devam ettirdi.
Böylece küresel ve bölgesel güç merkezlerindeki ağırlığını daha da perçinledi.
Geldiğimiz noktada artık her tür emperyalist tezgâhı bir tür 'Midas dokunuşu' ile bertaraf edebilecek güçteyiz.
Batı dünyası, Türk halkının 24 Haziran'da da 15 Temmuz'un bu destansı gücüne sahip çıkacağını görerek strateji geliştiriyor.
İşte bu yüzden 15 Temmuz'da Türkiye'yi devirmek için yarışanlar şimdi bizi yanlarına çekmek için birbirlerini eziyor.