Myanmar'da Arakanlı Müslümanlara yönelik etnik temizlik ve
soykırım karşısında üç maymunları oynayan Batı dünyası tıpkı Yunan
ve Romalı ataları gibi kendine benzemeyenin 'barbar ve terörist'
diye yaftalanıp yok edilmesini hazla seyrediyor.
Şimdiye kadar sadra şifa bir çaba gösteremeyen Rusya ve Çin gibi
Asyalı güçler ise stratejik bir ikiyüzlülük içinde.
Koca dünyada bir tek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu zulme
isyan ederek 'Arakan seferberliği' başlattı.
'Arakan için ayağa kalkan ilk lider' sıfatıyla Erdoğan, dünya
mazlumlarının adeta umudu ve sancağı haline geldi.
Öte yandan kim ne derse desin, Arakan'ı Asya'nın Gazze'sine
dönüştüren küresel sistemin bütün insani, ahlaki ve kültürel
değerleri yerle bir oldu.
Bu anlamda, 'bana benzeyeceksin ırkçılığı' ile simgelenen Batı'nın
insan hakları, demokrasi ve özgürlük anlayışı artık tarih dışı bir
sürece evrilmiştir.
İnsanlığa sunacak bir erdem ve ilkesi kalmayanların 'geleceğe dair
fikir üretimi' de durdu.
Çünkü Otuz Yıl Savaşları (1618- 1648) ile 'dine' Birinci Dünya
Savaşı (1914-18) ile 'vatana' ve İkinci Dünya Savaşı (1939-1945)
ile de 'ideolojilere' dair inancını yitiren modern insanın artık
hayata dair 'evrensel' bir projesi de kalmadı.
'Amerikan rüyası' dahil bütün umutları can çekişiyor.
Amerikalı tarihçi Christopher Lasch daha 1994'te 'Seçkinlerin
İsyanı ve Demokrasiye İhaneti' isimli eserinde yönetici elitlerin
nasıl halk düşmanı 'faşistler' haline geldiği uyarısında
bulunmuştu.
Irkçılığın sıradan insanlardan değil daha çok toplumu sevk ve idare
kabiliyetine sahip olanlardan neşet ettiğine vurgu yapan Lasch,
"Batı medeniyeti, organize bir tahakküm sisteminden başka bir
anlama gelmiyor artık" diye özetlemişti manzarayı.
Ekonomist J. Schumpeter ile sosyolog T. Veblen de sürekli olarak
faşist eğilimlerle liberal emperyal stratejiler arasında güçlü bir
suç ortaklığı olduğunu vurguladı.
Veblen 'The Liberal Tradition in America'da "Siyaset, savaş
lobilerinin esiridir" demişti.