Brecht'in Üç Kuruşluk Opera'da "Bir banka soymak, bir banka
açmanın yanında nedir ki?" sorusuyla resmettiği sistem artık
çıplak.
Dünyanın jandarması, sistemin merkez ülkesi ve bir zamanlar
Türkiye'nin en güçlü müttefiki olan ABD her yerinden dökülüyor.
Bunun son örneğini Suriye'deki en üst düzey komutanı General
Raymond Thomas'ın PKK övgüsünde gördük.
Alman Birinci Kanalı ARD'ye konuşan ABD'li general, terör örgütü
PKK ile 'müttefik' olduklarını kabul ederek, "Ben onlara Marksist
değil demokrat diyorum" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da işaret ettiği gibi 'teröristlerin
ortağı' olduklarını sonunda itiraf ettiler.
Darbecilere ve teröristlere yataklık eden Atlantik güçleri
kepazelikte sınır tanımamaya başladı.
15 Temmuz işgal girişimi ellerinde patladığı için zaten afallamış
durumdalar.
Fakat ne yapsalar da yaklaşan çöküşten kurtulamayacaklar.
Zira Atlantik düzeni yerine 'un ufak olan bir bağımlılık/splinter
dependency' dönemine giriyoruz.
Pax-Americana devri kapanırken Türkiye, Rusya, Çin ve İran gibi
aktörler arasındaki güçler uyumu (harmony of powers) ile nitelenen
Trans-Pasifik çağı başlıyor.
Yeni dönemde Türkiye, Atlantik'in Ortadoğu, Balkanlar ve
Kafkaslar'daki payandası olmak yerine artık 'küresel iç
politika/weltinnenpolitik' denilen bir anlayışla ulusal hedeflerine
yöneliyor.
Binlerce kilometre öteden gelip Türkiye'nin hinterlandında güç
gösterisine kalkan küresel ve bölgesel aktörler, Suriye ve Irak'ın
kuzeyinde her istediklerini dikte edememenin öfkesi içinde.
Rusya ve Çin'e yönelik siyasi, ekonomik ve askeri kuşatma
projesinin bir benzerini Amerikan yönetimi şimdi de Türkiye'ye
karşı devreye sokuyor.
Bu bağlamda, PKK/YPG/PYD ve Irak'taki referanduma verilen desteği
Türkiye'yi hedef alan önleyici saldırılar sınıfında değerlendirmek
lazım.
Kumpası erken fark eden Türkiye, ilk olarak 'Doğuya yönelme' ve
müttefik yelpazesini Rusya ve İran ile güçlendirme hamlesinde
bulundu.
İkinci ve hayati girişimimiz ise Suriye operasyonlarıydı.
Ancak rehavete kapılmamak gerekir.
ABD'nin terör kuşatmasını yarmak için önümüzde üç seçenek
bulunuyor.
Birincisi gücümüzü koruyarak topyekûn savaşlara, etnik ve mezhep
temelli uzun süreli çatışmalara sürüklenmekten kaçınmalıyız.