Eski dünya ile yenisi arasındaki savaş ve mücadele giderek
kızışıyor.
Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın barış, refah, adalet, özgürlük,
vicdan ve dayanışmaya vurgu yapan BM Genel Kurulu'ndaki tarihi
konuşması, bir anlamda yeni bir küresel düzen arayışındaki Çin,
Rusya, Almanya, Japonya, Fransa, Brezilya ve İran gibi ülkelerin
manifestosu niteliğindeydi.
Buna karşın İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır benzeri totaliter
ve ırkçı rejimleri etrafına toplayan ABD Başkanı Donald Trump'ın
'önce ben ve benden sonrası tufan' mantığıyla herkesi ötekileştiren
o hiperbolik retorikle süslü şovenist söylevi ise çöken Atlantik
dünyasının adeta final sahnesiydi.
ABD Başkanı, BM toplantısında aslında bu yaz katıldığı Kanada'daki
G7, Hamburg'daki G20 ve Brüksel'deki NATO zirvelerindeki
düşüncelerini bir kez daha tekrarladı.
"ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurduğu liberal dünya düzeni, 70 yıl sonra çöktü. ABD'nin artık taşıyamadığı bu sistem aslında Trump'tan çok önce yıkılmıştı. Ve Trump'ın iktidara gelmesinin en büyük nedeni de zaten sistemdeki bu yapısal krizlerdi..."
Oysa sorun sadece ABD'nin inşa ettiği dünyayı yıkması değil.
Asıl mesele ABD'nin çekildiği yerleri kaosa sürüklemesidir.
AB'yi yüz üstü bırakan Amerikan yönetimi NATO ve BM'yi artık yük olarak görüyor.
Daha önce UNESCO, UNRWA, İklim anlaşması ve İran ile nükleer görüşmelerden çekilen Trump, BM'deki son konuşmasında Göçmenler Anlaşması, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ile BM'nin Barış Gücü'ne verdiği destekten de vazgeçeceklerini ilan etti.
Son olarak da Amerikan yönetimi Ürdün, Kuveyt ve Bahreyn'deki Patriot füze savunma sistemlerini önümüzdeki ay çekme kararı aldı. *** Haliyle Atlantik dünyası için eski günler geride kaldı.
Amerikan yönetimi daha Trump gelmeden yeni siyasetini "post-emperyal/emperyalizm sonrası" stratejilere göre belirledi.
Burada da ABD uluslararası ittifaklar ve kurumlar yerine İsrail ve Suudi Arabistan örneklerinde görüldüğü üzere ikili ilişkiler üzerinden devreye sokulan politikalara öncelik verecekti.
Ancak ABD'nin izlediği yeni evanjelik siyaset nedeniyle Avrupa'da popülizm ve ırkçılık yeniden yükselişe geçti.
Aşırı Hıristiyan sağ ile seküler faşist partilerin yol açtığı kaotik manzara, II. Dünya Savaşı öncesi totaliter yönetimlerin 1930'larda kitlesellik kazandığı dönemleri aratmıyor.
Bu anlamda küresel sistem için temel sorun Türkiye, Rusya veya Çin'den oluşan direniş blokunun artan nüfuzu değil.
İnsanlık için hayati mesele ABD'nin terk ettiği Avrupa'yı faşizmle kuşatılmış fasit bir daireye hapsetmesi ve dünyanın geri kalanını da darbe, iç savaş ve ekonomik saldırıların hedefi haline getirmesidir.