ABD'nin pazartesi gününden itibaren İran ile 2015'te varılan nükleer anlaşmayla kaldırılan tüm yaptırımlara yeniden başlayacağını açıklaması daha şimdiden küresel reaksiyonla karşılaştı.
AB, İngiltere, Almanya ve Fransa ortak açıklamayla kararı kınadı.
İran petrolünü satın alıp Hazar üzerinden dünyaya ihraç projesi hazırlığında olan Rusya ise bu 'yeni mekanizma'yı hayata geçirerek yaptırımları tanımayacağının işaretini verdi.
Aralarında Türkiye, Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Mısır'ın bulunduğu ülkeler ise bu obsesif yaptırımlardan muaf olacak.
Bu nedenle ABD'nin Rusya ve Türkiye üzerinde etkisiz kalan ekonomik kuşatma silahının İran'da başarılı olması çok zor görünüyor.
Zira dünya artık ABD'nin at koşturduğu o eski dünya değil. Zaten yaptırımların bu kadar muafiyet içermesi ve direnişle karşılanması da bunun açık kanıtı.
Aksine daha önce de olduğu gibi bu tarz ekonomik muhasaralar, Pakistan'dan Akdeniz'e uzanan coğrafyadaki Şii jeo-politiğinin en güçlü figürü olan İran'daki 'müesses nizam'ın daha da kökleşmesine yol açacak.
Nitekim sessiz yığınlar, yaptırımları hararetle destekleyen ABD Başkanı Trump, Suudi Kralı Selman ile İsrail Başbakanı Netanyahu'nun İran'daki hayat pahalılığı, yüksek orandaki işsizlik, insan hakları ihlalleri ve demokrasi açığıyla dertlenmediklerinin bilincinde.
İranlıların büyük çoğunluğuna göre ülkelerini terörün kaynağı ve finansörü diye yaftalayan bu trionun asıl derdi İran'ın nükleer programından vazgeçerek kendini savunmasız bırakması, ABD'nin dayattığı enerji arzı önünde engel çıkarmaması, İsrail'in rahatı için bölgeden elini çekmesi ve son olarak Türkiye, Rusya ve Çin ile kurduğu ittifak sistemine son vermesidir.
Üstelik marjinalleştirilen yığınlar, İran-Irak savaşında ülkelerini kan banyosuna çeviren gücün ABD olduğunu hâlâ unutmuş değil.
Bu tarihsel ve kültürel deneyimden dolayı, dışarıdan yaptırımları dayatıp içeriden de halktan isyan etmesini isteyen ABD'nin her çağrısı İran halkı tarafından bir felaket senaryosu olarak görülüyor. *** Çin, Rusya, AB, Hindistan, Japonya ve Türkiye gibi aktörler ise Hazar Denizi'yle Basra Körfezi arasındaki zengin petrol ve doğal gaz yatakları üstünde uzanan İran'a yönelik ambargonun jeo-politik amaçlarını gayet iyi biliyor.
ABD, 2001'den sonra enerji kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştıran Afganistan- Pakistan hattı ile Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz'den oluşan üç çıkış kapısını teröre karşı savaş projesiyle kontrol altına almaya çalıştı, ancak bu senaryosu hezimetle sonuçlandı.
Böylece Orta Asya'dan Aden'e uzanan kaynaklara muhtaç konumdaki Asya ve Avrupa ülkelerini enerji vesayetine almayı hedefleyen proje çöktü.
Haliyle Atlantik sistemi sarsılırken çok merkezli Trans- Pasifik çağının önü açıldı.
Bu anlamda Trump'ın tutuşturduğu İran'a yönelik yaptırım ateşi sadece bazı kirli odakların karanlık hesaplarını 'deşifre edip aydınlatmak' dışında bir işlev görmeyecek.
Dolayısıyla ABD'nin askeri mücadele yerine ekonomik savaş ve ambargolara dayalı bu yeni hibrid hegemonya arayışı da hüsranla sonuçlanacak.
Çünkü küresel realiteler ve gidişat bunu gösteriyor.