Türkiye’nin Ege kıyıları Yunanistan’a geçmek için bekleyen sığınmacılarla dolarken, bir biçimde kendisini karşı kıyılara atanlar da diğer ülkelere gitmek için bekliyorlar.
Çoğunluğunu Suriye, Irak ve Afganistan’dan gelenlerin oluşturduğu sığınmacıların ülkelerini neden terk ettikleri sorusunu sormaya gerek yok; on dakika haber bülteni dinlemek yeterli. Ancak nereye kadar göçecekleri belli değil. İzmir’de kendilerini götürecek gemiden haber bekleyen kişilerle yapılan bir röportajda, sığınmacılardan birinin dedikleri oldukça dikkat çekiciydi. Kendisine neden Yunanistan’a gitmek istediği sorulduğunda, “orada bize daha iyi bakacaklar” yanıtını verdi.
Ne yazık ki evlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalan bu insanlar, birilerinin kendilerine bakması umudunu taşıyorlar. Zavallı Yunanistan, kendi yurttaşlarına bakamazken, binlerce göçmene nasıl baksın? Ancak bu noktadaki temel sorun, Yunanistan ya da başka bir ülkenin nasıl bakacağında değil. Birçok ülke “neden biz bakalım ki” tavrı içinde. Diğer bir ifadeyle, nasıl olsa Türkiye bakıyor, bize sıçramadığı sürece mülteci, sığınmacı ya da göçmen olan bu insanların dramı görmezden gelinebilir deniyor.
Yakından bakmak
Kabul etmek gerekir ki Türkiye devlet olarak elinden gelen en iyi “bakımı” yaptı ve yapıyor. Her ne kadar ülkemize gelen bu insanlar daha da iyi bakılma arzusu taşıyor gibi gözükseler de muhtemelen gittikleri başka yerlerde Türkiye’de bulduklarını da bulamayacaklar.
Ancak Türkiye’de devlet değilse de toplumun bu insanlara hiç de kucaklayıcı davranmadığı gerçeğini kabul etmek gerekiyor. Avrupa ülkelerinde çok daha dışlayıcı muameleler görecekleri aşikar; aradaki fark Türkiye’de bu insanların kullanılmaları. Avrupa ülkelerine bir biçimde ayak basan ve geri iade edilemeyen insanları mülteci kamplarına tıkmak ve yıllarca oralarda hapsetmek mümkün. Ancak bir biçimde Avrupa ülkelerine yayılmayı başaranların en azından kaçak çalıştırılma olasılığı düşük. Kayıtsız, düşük ücretlerle ya da yasa dışı işlerde çok sayıda sığınmacı çalıştırılıyor ülkemizde; bu da bir gerçek.