Uzunca bir süredir kentlere yönelik terör saldırısı yapılmadığı konusuna kafa yoruluyordu. Bunun nedenleri arasında muhtemelen bugüne kadar engellenmiş çok sayıda girişimin ve terörle mücadelede kat edilen yolun etkisi büyüktü. Dolayısıyla örgütlerin sık sık şehir eylemi yapma kapasiteleri epeyce azalmış olabilir.
Eğer durum bu ise, o zaman elde kalan kapasitenin çok ses getirecek az sayıdaki eylemde tüketilmesi denenmiş olabilir. 10 Aralık’taki saldırının İstanbul’un hemen her yerinden duyulacak kadar patlayıcıyla gerçekleştirilmiş olması, gerçekten “ses getirecek” eylem planmış olduğunu gösteriyor.
Bununla birlikte, saldırının sesini kimin duyması arzu edilmiş, orası biraz şüpheli. Zira bir maçın asayişini sağlamakla görevli kişilere yönelik bu boyuttaki bir saldırıyı hangi örgüt olursa olsun, o örgütün siyasi hedefleri ile bağdaştırmak kolay değil. Bu olay, Güneydoğu’daki terör saldırıları ile aynı etkiyi yaratmıyor. Üstelik dünyanın daha çok anladığı tür teröre giriyor. Diğer bir ifadeyle dünya devlet ve halkları ancak böyle bir eylem gördüklerinde onu terör olarak kavrayabiliyor. Dolayısıyla eylem, kimse tarafından meşru görülebilecek bir ima taşımıyor.
Ardından konuşmak kolay
Sürmekte olan ve geçmişte yaşanan birçok terör olayını Türkiye’nin dış politikasıyla, dış eylemleriyle, ittifak ilişkileriyle, AB ya da ABD politikalarıyla ilişkilendirmek mümkün. Ancak bazı öyle eylemler var ki, bu türden bağlantıların kurulması o kadar kolay değil.
Terör saldırısından hemen sonra, darbe girişimi sonrasından son derece farklı biçimde, dış dünyadan çok sayıda kınama ve taziye mesajı geldi. Her zaman gelmediği