İran’ın nükleer çalışmaları, 1950’lerde ABD tarafından başlatılmıştı. Söz konusu yıllarda İran’da nükleer silah üretilip üretilemediği hakkında bir tartışma yoktu; zira Soğuk Savaş’ın en gergin yılları yaşanmaktaydı. Nükleer caydırıcılık sağlamaya yönelik tırmanmanın başladığı bu dönemin sonunda “0 toplamlı oyun” olarak bilinen, kimsenin kazanamayacağı ve karşılıklı mahvolma olarak tabir edilen bir aşamaya gelinmişti. Dolayısıyla İran’ın nükleer çalışmaları, büyük gerilim içinde ufak bir araç niteliğinde kalmıştı.
“Devrim sonrasında İran’da “batı” destekli nükleer çalışmaların durdurulduğu açıklanmış, Irak-İran savaşı araya girdiği için de dünya kamuoyu İran’ın nükleer çalışmalarını değil konvansiyonel silahların kullanıldığı savaşı ve Saddam’ın kimyasal silahlarını konuşur olmuştu.
2002 yılına gelindiğinde ise, Batı dünyasının terör örgütü olarak nitelediği Ulusal Direniş Örgütü üyelerinden birisi, İran’ın nükleer çalışmalara devam ettiğini ve silah üretebilecek seviyeye hızla yaklaştığını açıkladı.
Bu açıklamayı adeta İran’ı “Batı”nın ilgisine mazhar olması için yapmıştı; öyle de oldu. O tarihten itibaren AB ve ABD ülkeleri İran’ın nükleer konusunu gündemlerine aldılar.
Kurtlarla dans
Bu noktada bir konuya dikkat çekmek gerekiyor. ABD ve AB ülkelerinin yeniden İran nükleer çalışmalarıyla ilgilenmelerinin nedenlerinden birisi, bu ülkenin nükleer silah üreterek Batı dünyasını tehdit etme ihtimali idi. Ancak bir diğer neden, İran’ın diğer enerji kaynaklarına nükleer enerjiyi de ekleyerek “enerji devine” dönüşmesi ve bunları yaparken de Batılı ülkelerin konsorsiyumlarının işin dışında kalacak olmasıydı.