Mültecilerin Avrupa siyasi ve sosyal kimyasını ne denli bozduğuna ilişkin örnekler her geçen gün artıyor. Avrupa’da yabancı düşmanı ve ırkçı eğilimleri beslerken siyasette de daha ayırımcı grupların seslerini yükselttiği bir “değerler” Avrupası ortaya çıkıyor.
Bu gelişmenin son derece riskli bir geleceğe işaret ettiğine şüphe yok. Ayrıca söz konusu eğilimlerin hukuki düzenlemelerinin de yapılıyor olması, kalıcı etkilerin olacağını gösteriyor. Örneğin Birleşik Krallık ile Fransa arasında yaşanan mülteci krizi sonrasında, Fransa’dan İngiltere’ye geçiş bölgesi olan Calais’ye duvar yapılması kararı alınmıştı. Birleşik Krallık yasa dışı geçişleri engelleme görevini Fransa’nın omuzlarına yıkmış, varılan uzlaşı bir anlaşmaya bağlanmış, Fransa tarafındaki duvar inşası da uluslararası hukukun parçası oluvermişti. Birleşik Krallık hala AB üyesi olduğuna göre benzer bir duvarın İtalya-Fransa ya da Fransa-Almanya sınırına da yapılması artık mümkün.
Sınırsız büyük pazarı duvarlarla sınırlandırmak, Avrupa’nın bulduğu dahiyane bir çözüm. Daha dahiyane çözümü ise Macaristan geliştirdi ve hukuk yoluyla nelerin yapılıp yapılamayacağını dünyaya gösterme imkanı yakaladı.
‘Kimseyi istemeyiz’