Türkiye’nin gelecek yıllarını belirleyecek tercihlerin yapılmasına iki gün kaldı. Seçim kampanyaları son derece sert geçti; daha seçim günü gelip çatmadan nasıl ve nerelerde seçim hileleri yapılacağını bile tartışır hale geldik.
Bu keskin ortama yol açan koşullar açık, zira bu seçimler Türkiye’nin kaderini belirleyen bir kaç kritik seçimden birisi. Neden bu denli önemli olduğu sorusunun yanıtı ise bundan böyle Türkiye’nin küresel sistemde alacağı pozisyonun belirlenecek olmasıyla ilgili. Diğer bir ifadeyle parlamento kompozisyonundan çıkacak hükümetin Türkiye’yi dünyanın neresine taşıyacağı meselesi, en yaşamsal mesele. Oysa bizler Saray’ın tuvaletini tartışmayı tercih ediyoruz.
Her siyasi partinin Türkiye’deki iç sorunları nasıl tanımladığını, bunların en azından bazıları için ne tür projeler geliştirdiğini duyduk, öğrendik. İktidarı tek başına kazanma ihtimali olmayınca, siyasi partilerin bol keseden vaat dağıtmasını da anlayışla karşıladık; olabilir mi acaba diye aklımızdan geçirdik. Ancak tüm projelerin Türkiye’yi dünyadaki hangi yakaya, hangi düzeye, hangi “dünyaya” ulaştıracak bir zeminde ele alındığını öğrenemedik.
***
Türkiye’yi kocaman bir Dubai de yapmak mümkün, İsveç de, bir tür Kuzey Kore de. Siyasi partiler içeride atacakları tüm “iyi” adımları, dış politikada ne biçimde kullanacaklar ya da soruyu tersinden soralım, siyasi partilerin dış politika öncelikleri neler acaba?
Bu konuda kampanyalar sırasında fazla bilgi edinemedik. Belki Türkiye’de seçmenin dış politikayla fazla ilgilenmediği düşünülüyordur. Ancak Türkiye gibi bir ülkenin geleceği elindeki nimetleri dış dünyada kullanma, değerlendirme kapasitesine; projelerin gerçekleşmesi de dış dünyanın neresiyle ne tür ilişkilerin kurulacağına bağlı.