Demokratik ülkelerde siyasi kimlikler toplumdaki baskın eğilimleri, beklenti ve umutları yansıttıkları için “siyasi lider” olurlar; en azından varsayımlar buna dayanır. Eğer bu doğruysa, ABD toplumunun, en azından bir kısmının, son derece vahim bir yere sürüklendiğini söylemek gerekiyor. Zira yaklaşan başkanlık seçimlerinde yarışanlardan birisi, cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump. Trump, Alman kökenli bir aileden geliyor ve özgeçmişinden anlaşıldığı kadarıyla babası iş kurup yanında çalıştırmasaymış kendi başına pek fazla başarısı olamayacakmış. Özel hayatı da en az iş yaşamı kadar inişli çıkışlı olan Trump’ın en önemli iki özelliği bulunuyor; bunlardan biri zengin diğeri de ırkçı olması. Irkçılık ile zenginlik arasında bir bağ var mıdır, bilinmez. Ancak ABD’ye başkan olmak isteyen Trump, “beyaz” ve milliyetçi Amerikalıların oylarını almada başarılı. Protestanlığın bir kolu olan Presbiteryen kilisesine bağlı, ancak çok dindar olarak bilinmiyor. Bu özelliğini de en makbul Amerikalı imajı olarak kullanıyor.