Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Utanmaz Adam”ı Avnussalah, dolandırıcılıkta köşeyi dönecek seviyeye gelmeden önce, açlığını gidermek için yollar ararken bir gün kedi etinin yenip yenemeyeceği üzerinde düşünmeye başlar ve kendince meşrulaştırıcı bir yığın gerekçe bularak harekete geçer. Filanca baytar, kedi etinin keklik eti nefasetinde bir et olduğunu söylemiştir. Avrupalılar da damlardan, derelerden, kırlardan bedava toplanan kedi, kaplumbağa, kurbağa gibi mahlukatın etlerindeki lezzeti övüp duruyorlar. Nitekim Müttefikler, işgal yıllarında İstanbul kedilerini afiyetle yemiş, Tekir’lerini, Pamuk’larını bekleyen kadınlara az gözyaşı döktürmemişlerdi. Kendini böyle inandırdıktan sonra burnunda mis gibi kedi eti kokuları hissetmeye başlayan Avnussalah, evde kimsenin olmadığı bir gün bahçede semiz bir kedi görür, “Geh pisi pisi!” diyerek içeriye aldığı zavallı hayvanı güya sevip okşadıktan sonra başı dışarıda kalacak şekilde bir çuvala sokar ve kör bir bıçakla bağırta bağırta boğazlar, derisini yüzüp içini temizledikten sonra tencereye atar. Annesine ve kardeşlerine tavşan eti diye yedirdiği kedi, komşuları Şekibe’nin gözü gibi baktığı sincabi kedisidir. Gerçek ortaya çıkınca mahallede kıyamet kopacak, Avnussalah’ın kedi kasaplığı ona ve ailesine karşı büyük bir nefretin uyanmasına yol açacaktır. Ahmed Râsim de “Kediler Hırsız Kediler” başlıklı yazısında, kuşunu bir bir kediye kaptırdığı için mutfağa inip et tahtasını satırla öttürmeye başlayan, satır sesine duyup mutfağa koşan kedileri Samur demeyip, Pamuk demeyip kulağından, kuyruğundan, budundan budayıp salıveren bir adamdan söz eder. *** Avnussalah ve benzerleri komşularının kedilerini açlıklarını gidermek için kesip yemişler. Açlıklarının müsebbibi olarak gördükleri zengin patronlarından alamadıkları intikamı onların kedilerinden alanlar da var.