Bugün 18 Mart, Çanakkale zaferinin yıldönümü. Tarihin en inanılmaz savunma harbi bundan yüz üç yıl önce Çanakkale’de yapıldı. Hakikaten bu harp “çelik zırhlı duvar”la “iman dolu göğüs”ün çarpışmasıydı. İtilaf devletleri bütün güçleriyle Çanakkale’ye yüklendikleri sırada Mehmed Âkif, görevli olarak Berlin’deydi. İngiliz ve Fransızların sömürgelerinden topladıkları Müslüman askerlerden esir alınanlar çeşitli kamplarda toplanmışlardı; farkında olmadan Osmanlı Devleti’ne karşı savaşan bu askerlere telkinde bulunması için Almanya’ya gönderilen Âkif, gelişmeleri oradan yüreği ağzında takip ediyordu. Zaferden emindi; çünkü eğer Çanakkale geçilirse her şey bitecekti. “Berlin Hâtıraları”nın sonundaki mısralar, aslında İstiklâl Marşı’nın müjdecisiydi: Korkma! Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz: Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i nâmûsun? Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun. Âkif, Berlin’de zafer müjdesini alınca doya doya ağlamıştı. Bu gözyaşları, bir süre sonra, Çanakkale’de mucizeler yaratan Mehmetçik için ateşten mısralarla ördüğü ihtişamlı türbenin harcına karışacaktı. Yazık ki savaşın akışını ne Çanakkale zaferi, ne Teşkilât-ı Mahsûsa’nın çabaları değiştirebildi.