Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, 17. yüzyıl bizi mukadder akıbete götüren yol ayrımında durur; hem bu sebeple, hem de millî hayatımız asıl kıvamını bulduğu, klasik zevkimiz tam teessüs ettiği, kısacası her şey yerli yerine oturduğu ve millî dehamız bütünüyle konuştuğu için önemlidir. Mimaride Sultanahmet Camii’yle başlayıp Yeni Valide Camii’yle kapanan zevk ve duygu, Tanpınar’a göre, 17. yüzyılda Boğaziçi’ne yaraşır bir sivil mimari ve yaşama üslûbu da yaratmıştı. Bütün Şark’ın gözü, millî hayatın hamurunun yoğrulduğu, bütün modaların, zarafetlerin ve her türlü yaratıcı hamlenin doğduğu şehir olan İstanbul’daydı. Her unsuru birbirine cevap veren, kendi içinde kemale ermiş bir kültürümüz ve bu kültürün incelttiği bir hayatımız vardı. Dışarıdan gelecek tesirlere -ister Doğu’dan gelsin ister Batı’dan- kapalı olan bu hayatın arkasındaki ruh, yarattığı terkipte en küçük bir çatlağa bile tahammül edemezdi. Eğitim skolastikti, fakat Arap zevki bu ruha nüfuz edememiş, üç asır boyunca örnek aldığımız İran edebiyatı bile artık yabancı bir unsur gibi hissedilmeye başlanmıştı. Kısacası, 17. yüzyılda “İklîm-i Rum” artık başka bir hâlet yaşıyor ve kendi kendine yetiyordu.