Yunan mitolojisinde Atina’yı Megara’ya bağlayan yolda pusuya yatıp yolcuları soyan Prokrustes adında bir hayduttan söz edilir. Bu haydudun iki demir yatağı varmış; soyduğu yolcuları bunlara yatırır, boyu yataktan uzun olanların ayaklarını keser, kısa olanları da çekip uzatırmış. Türk aydınları da Tanzimat’tan itibaren Prokrustes rolünü benimsediler ve toplumu kendi kafalarındaki modele göre kesip biçerek değiştirmek, dönüştürmek istediler. Hem de hoyratça, saygısızca. . . Hemen her kesimden aydınlar totaliter ve otoriter eğilimler taşıyor, kafalarındaki soyut milleti yüceltirken somut halkı küçümsüyor, aşağılıyorlardı. En ufak bir direnişe, en cılız itiraz sesine bile tahammülleri yoktu. Aşağılanan, horlanan toplumla nasıl güçlü bağlar kurulabilir? Aydınların en büyük hatalarından biri, dini hayattan kovabilecekleri vehmine kapılmaları olmuştur. Bu savaşta elde ettikleri tek başarı, kendilerini toplumdan bütünüyle soyutlamak, seçkinlerinden ve eğitim kurumlarından mahrum ettikleri dini de bir problemler yumağı haline getirmek oldu.