İnternette bir fotoğrafa rastlamıştım; Iraklı bir çift Paris’te Louvre Müzesi’ni gezerken ülkelerinden kaçırılmış tarihî eserleri görüyorlar. Adam hüngür hüngür ağlamaya başlıyor, kadının yüzünde ise adeta taş kesilmiş bir hüzün… Kan gölüne çevrilip bütün zenginlikleri ve kültür mirası yağmalanan Ortadoğu’nun dramını yansıtan bu iç yakıcı fotoğrafı ilk gördüğümde kendimi onların yerine koymuş ve gözyaşlarımı tutamamıştım. Fotoğraftakilerin, kendilerine Avrupa’da sığınacak bir liman bulabilmiş eğitimli ve hâli vakti yerinde bir Iraklı çift olduğunu sanıyorum. Ama Türkiye’den başka kaçacak yerleri olmayan milyonlarca mazlum var. Bu masum insanları ‘yabancı’ saymak, onları dışlayıp hor görmek büyük hatadır. *** Türkiye, bir imparatorluk bakiyesidir; bu sebeple bir zamanlar hâkim olduğumuz göz kamaştırıcı coğrafyanın sınırlarımız dışında kalan bölgelerinde yaşayan halklarla akrabalık bağlarımız var. Türkiye, kanların, kültürlerin, dillerin, duyguların birbirine karışıp yoğrulduğu, Türkistan’a, Kırım’a, Bosna’ya, Kosova’ya, Musul’a, Kerkük’e, Şam’a, Halep’e vb. aynı ölçüde bağlı, dalları dört bir yana uzanan, kökleri ise çok derinlerde bir dünyanın adıdır. Bugünkü Türkiye, tarihin belli bir döneminde galiplerin dayattığı sınırlar içine sıkışmış bir ülkedir. Bir de sınırları kalbimizde çizili büyük Türkiye’nin bulunduğunu unutmamalıyız.