Yahya Kemal 1912 yılında Paris’ten birkaç mısra ve muhtelif şiir projeleriyle döndükten sonra, Tanpınar’ın ifadesiyle, ilk işi Yakup Kadri ve Ahmet Hâşim dışındaki şöhretlerle mücadeleye başlamak oldu. “Yollar”, “Zulmet”, “O Belde” gibi bir nesli derinden etkileyen şiirlerini yayımlamış şöhretli bir şair olan Hâşim’le muhtemelen müşterek dostları Yakup Kadri vasıtasıyla tanışmış ve ona bir gün Sirkeci’de bir lokantada şiir anlayışını uzun uzun açıklamıştı. Bu buluşmayı ve sonuçlarını Cahit Tanyol’a anlatan Yahya Kemal, Hâşim’in “Piyâle Mukaddimesi”ni o gün anlattıklarının tesiriyle yazdığı iddiasındadır. Eğer bu iddia Haşim’in kullağına gittiyse çok öfkelendiği tahmin edilebilir. İlk günlerdeki samimi görüşmelere rağmen, şiir anlayışları birbirinden çok farklı oludğu için iki şairin yıldızları hiç barışmamıştır. Yakup Kadri’nin ifadesiyle, “Yahya Kemal bir edebî sistemle onun karşısına çıkıverdiği zaman, Hâşim’in gözleri yerinden uğramış ‘Azizim bu adam şiiri hendeseye sokmak istiyor!’ diye bağırmıştı. ” Tanpınar’ın şu tespiti, Hâşim’in hayretini çok iyi açıklamaktadır: “Kabilesinden ayrılmış bir primitif gibi küçük çığlıklarla, merkezinin kendisi olduğu bütün bir kozmik âlemi yaratmaya çalışıyordu. ” Yahya Kemal de kurduğu âlemin merkezinde yer almak ve asla ortak istemeyen bir şairdi. Hâşim’le Dergâh mecmuasında buluştukları doğrudur, ama Tanpınar, Dergâhçı gençler olarak onunla ve Yahya Kemal’le ayrı ayrı saatlerde buluştuklarını söyler. Şiir anlayışlarının farklılığı bir yana, ikisi de sohbeti monolog haline dönüştürüp meclisin câzibe merkezinde bulunmayı seven adamlardır.