21. yüzyılı o göklerden indiğine inandıkları “kendini bil!” çağrısıyla açanlar, herkesi ‘doğal’ ve ‘hakiki’ kökenini keşfetmeye zorladılar. Yerelin-bölgen-etnik kökenin ne ise o’sun; ulusun tek-tipçiliğini reddet! dediler; özgürleş!
Dünyanın dört bir yanında bölgecilik ve etnikçilik coşması yaşandı. Görülmesi gereken şuydu ki, coşku, yalnızca bu kutsal ‘tebliğ’in söz gücünden doğmamıştı. Hareketliliğin güvencesi iktisadî idi; bilim - teknoloji temeli idi; kısaca dünya küreselleşiyordu. Bölgecilere ve etnikçilere dönük yeni özgürlük ve eşitlik vaadi, ciddi maddi çıkarlardan oluşuyordu. Ama bunun bir de öbür yüzü vardı. Bu parça pinçik binlerce insan topluluğu, hangi geniş çatı altında toplanacaktı? Bunun yanıtı, vaadin aslan payıydı.
***
Modernizmi aştık, dünya küreselleşti, ‘yeni binyıla giriyoruz’ diyenlerin büyük çatısı imparatorluk idi.
***
Negri - Hardt imzalı İmparatorluk kitabı, küreselci gericiliğin zaferini erkenden ilan etti. Dediler ki: Ulus-devlet bitti. Emperyalizm bitti. Egemenlik artık merkezsiz - topraksız - tek bir yönetim mantığına göre işleyen ulus-üstü organların eline geçmiştir. Ey insanlar, siz “çokluk”, bu gerçeği kabul edin ve bundan sonra evrensel vatandaşlık için gayret edin”!
Merkezsiz, topraksız, tekçi küresel organlar... Nelerdi bunlar? Kimlerdi?
Henüz yoktu; yaratılacaklardı. O uğurda Birleşmiş Milletleri dünya parlamentosuna dönüştürmenin tasarılarını yazıp çizenler oldu. Bu parlamentoya hükümetlik yapacak bir kurum gerekliydi; onu Dünya Ticaret Örgütü adıyla kurdular. ‘Evrensel insanlık’ın dünya hükümetini