Küreselcilik, 1989’da gürültüyle zirve yapan son hakim ideoloji, çöktü.
Zirveye, Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un “glasnost – perestroyka” kavramlarıyla birlikte tırmanmıştı. Sosyalist dünya dışında kullandığı en temel araç ise, hiç kuşku yok, “özelleştirme” idi. Bunlar soyut kavramlar değildi. Geliştirilen politikaların adlarıydı. Somut kavramlardı.
Yeni Dünya Düzeni’nin “yeni bakışı” bir anda yayıldı. ABD’den Avrupa’dan Fukuyama, Habermas, Huntington gibi birkaç ‘dünyaca ünlü filozof’ konuştu. Ne hikmetse genellikle Peter ve Thomas adlı, adları İncil’den bilgileri askeriyelerinden gelen yönetim ‘guru’ları fetvalar verdi. Dünyaya şebeke gibi yayılan belli başlı yayıncılar harıl harıl kitap bastı. Üniversiteye ‘burs’ adıyla mali kaynak sunan şirketlerin ve en ünlüsü Soros olan ‘kimse’lerin dernekleri, akademilerin araştırma gündemini belirledi. Elbette bütün çark, belli başlı devletlerin doğrudan ya da yönlendirdikleri uluslararası kuruluşların desteğiyle döndü.
*
Türkiye, dünyanın pekçok ülkesi gibi, bu saldırının muhatabaydı. Ama ülkenin müesses kurumları, hızla, küreselleşmenin ortağıymış gibi davrandı.
*
1990’ların başında akademik-bürokrat bir çevre, küreselcilerin “governance” lafına Türkçe “yönetişim” dediler; hemen militanlık devrine geçtiler. Bu lafla “devlet bitti” diyorlardı. Devlet tek başına yönetmesindi; kamu gücü, özel sektör ve gönüllü (üçüncü) sektörle paylaşılsındı. Serbestleştir! Özgürleştir!
Yani bizi bundan böyle resmi olarak devlet + yerli şirket-yabancı tekeller + cemaatler yönetsindi. Öyle adımlar atıldı; cemaatler Birleşmiş Milletler