KÜRESELLEŞME kendiliğindenmiş, insan iradesi dışında adeta bir doğa olayıymış, ona teslim olmaktan ve ne gerektiriyorsa yapmaktan başka çare yokmuş gibi davranan sağlı-sollu liberaller, uzun yıllar boyunca, Atlantik ne diyorsa onun söylediği lafları tekrarladılar.
Ellerinde üç alet vardı: Özelleştirme, yerelleştirme, sivilleştirme.
*
Özelleştirme militanlığıortalığı kapladı. “Köprüleri satmak”tan söz eden Özal iktidarına karşı “köprüyü sattırmam”diyen muhalefetin dost sesi, neredeyse yarım yüz yıl sonra hâlâ kulaklarımızda. Gelin görün kitoplumun kuşkucu bakışları karşısında “kâr edenleri neden satalım; zarar eden devlet işletmelerini satacağız” diyen iktidar, makullüğü ile meşhur kamuoyunun “eh, tabii” mırıltılarına yaslandı, işe koyuldu. Kısa bir süre sonra en verimli ve kârlı devlet işletmelerini satışa çıkarınca “özel sektör zarar edeni neden alsın, tabii kâr edenleri ister!”dedi. Meşhur makul kamuoyu aldatıldığını anladı anlamasına ama, tarihte hep görüldüğü üzere, iktidar sahiplerine dönüp “sen neden yalan söyledin bize?” demeye üşendi. Herkes, zamanın başbakanı Özal’ın elindeki kalemleadeta hipnotize olmuştu. Rakamlarla, istatistiklerle konuşmayan adamdan bile sayılmıyordu. Hem sonra devletin ekonomide yer alması çok kötü iki sonuç yaratıyordu. Bir, devlet işletmeleri torpillerin ve yolsuzluğun kaynağıydı; bunlar bir elden çıksın ne torpil kalacaktı ne de yolsuzluk! İki, devletin elinde bu güç oldukça otoriterlik ve totaliterlik besleniyor, biz bir türlü demokratikleşemiyorduk. Bunların ardından son aşama geldi. “Tüm dünya özelleştiriyor, biz geride kalamayız, yoksa uygarlıktan d...