21. yüzyıldayız.
Dünyaya bir önceki yüzyılı, yani ulusal kurtuluş ve sosyalizm çağını pas geçip, 17. ve 19. yüzyıllardan bakıp buna göre davranmak, akıl alır gibi değil. Yani, kendi varlığını, yaşamının anlamını “medeni - modern – Batı dünyasının parçası” olmakta bulmak… Bu yüzyılda kolay anlaşılır bir şey değil.
*
Değil, bunun bir sürü gerekçesi var. Ama en yakın ve canlı gerekçe, bu anlamın ‘anavatan’ında terk edilmiş olması. Batı dünyası, modernlik denen durumu, adeta tekme-tokat girişip reddedeli çeyrek yüzyılı geçti. Hatırlamıyor musunuz: Modernliği aştık, artık postmodern çağdayız!
Bu ilan, daha düne kadar ağzımıza burnumuza tıkıştırılıyordu. Ne diyorlardı? Sınıflar bitti, ulus-devlet bitti, herkes etnik elbisesinde ve kendi inanç çadırında hür, dünya küresel tekellerin elinde teknik küresel bir köy! Durumu böyle saptayıp davranışlarımızı yönlendiren büyük ahlaki değeri de ellerimize tutuşturmuşlardı: Sen de bundan böyle bırak ulusallığı falan, küresel düşün yerel davran!...
-Ama ya emperyalizm? Mustafa Kemal Atatürk’ün “ya istiklal ya ölüm” diyen büyük onuru?
Bunları sorduğumuzda aldığımız yanıtlar ilginçti: Geçti artık, dünya küreselleşti, dinazorluğun alemi yok!
*
Zaman bakımından daha uzak geçmişe ait gerekçeyi ise, Halil İnalcık, 2006 yılında Ankara Üniversitesi’ndeki açılış dersinde dile getirmişti: “Bu köktenci düşünceler [Aydınlanma düşünceleri] çok yaşamamış, 20-30 yıl içinde gelenekçi Hristiyan düşüncesi üstün gelmiştir.” İnalcık’ın verdiği zaman işareti, 1789 Fransız Devrimi’nden sonraki 20-30 yıl idi; demek ki 19. yüzyılın, yani 1800’lü yılların başları.