1950’li yıllar, pekçok başka ülkede olduğu gibi,
Türkiye’de de Amerikan demokrasisine hayranlık arşa çıkmıştı.
Amerikan mucizesini biz de yaşayalım diye, üniversitelerde ders
programları yeniden biçimlendirilmişti.
Devleti nasıl örgütleyelim? Kendimizi nasıl yönetelim? Bunlar
can alıcı sorulardı. Amerika en son, en iyi, hatta en mükemmel yolu
bulmuştu. Fazla söze gerek yoktu; başarısı bunu kanıtlıyordu.
Amerika’nın elindeki şey ‘evrensel yönetim bilgisi’ meşalesiydi.
Mucize bize Marshall yardımlarının ardından ‘amme idaresi’,
Türkçesiyle ‘kamu yönetimi’ adıyla geldi.
*
Geldi, ama itirazlar da yükseldi.
Yeni gelen şeyde tuhaflıklar vardı.
1956 yılında İstanbul’dan Prof. Dr. Sıddık Sami Onar bir
makalesinde, Türkiye ‘iptidai bir memleket değildir’ diyordu.
Türkiye’nin devlet yönetimi geleneği çok güçlüydü. Bizde “taklid
değil tekamül kanunları”nın işlediğini söylüyordu. Oysa Amerikan
mucizesi ‘amme idaresi’ ya da ‘idare ilmi’ denen şey, Türkiye’nin
hiçbir geçmişi ve hiçbir kurumu yokmuş da, herşey boş bir sayfaya
ilk kez yazılacakmış gibi davranıyordu. Olacak gibi değildi. Onar
“mazi [geçmiş] ve hal [bugün] bir kül [bütün] olarak ele
alınmalıdır” diyordu.