Eski şöhretli solcuların, Atlantik’in yeni-liberalleri ve
yeni-muhafazakarlarıyla aynı sırada militanca yürüyüşleri
nasıl mümkün oldu? 1980’lerden başlayarak doksan ve
ikibinli yıllarda bu soruyu kendimize ve birbirimize çok
sorduk.
***
Örneğin “özyönetim” genel olarak sol bir slogandı. Özyönetim ya da
daha dar bir alanda yerel yönetimlerin önemi üzerine yazıp
çizenler, yazının ne üzerinde durduğuna pek de aldırış edilmeden,
solcu ya da sol rüzgarlı olarak kabul ediliyordu.
Oysa geçmiş tuhaftır. Örneğin bizde yerelciliğin bir numaralı
savunucusu Prens Sabahattin idi; kendisi de başkaları da ona hiç
“sol”cu demez. Sonra, en belirgin yerel demokratlık hali, 1950’li
yıllarda Demokrat Parti’de yükselmişti. Bu parti Prens Sabahattin
çizgisini severdi. Nihayet, 12 Eylül döneminin kendisi, kesinlikle
yerel yönetim düşmanlığı üzerine kurulmamıştı. Aksine, yerel
yönetimcilik bu dönemin özelliklerindendir.
Şimdilik bu acayiplik aklın bir yanında dursun, biz son tarihsel
hayret haline bakacağız.
***
Yerel yönetimler en şenlikli zamanlarını, 12 Eylül rejiminde
yaşamaya başladılar. Bu rejimin ilk üç ve darbeci
generallerden kurulu olan Cumhurbaşkanlığı Konseyi
1989’da ortadan kalkıncaya kadar geçen son yedi
yılında, kendilerine devredilen yetki ve kaynaklar
sayesinde, yerel yönetimler çok parlak bir devire girdiler. Ortaya
çıkan soru şuydu: 12 Eylül gibi sağcı, gerici, darbeci, vs.
vs. bir “rejim”, nasıl yerel yönetimci olabilir? Hayret ki ne
hayret!
Bazıları “bu yetki vermeler sahte, inanmayın!” derken,
bazıları “tamam yerellere...